“Vergi kaçırma değil, vergiden kaçınma”yı her sözünde dile getirmiş rahmetli Şükrü Kızılot’un geçmişteki yazılarını takip edenler beni daha iyi anlayacaklar. Mesela Dahilde İşleme Rejimi’ne (DİR) ne dersiniz? “DİR ile ithalat kalksın. Herkes vergisini ödesin. İhracatı yapan iadesini alsın. Çünkü sahtekârlık diz boyu…
DİR uygulaması kaldırılırsa ilk yıl 30 milyar dolarlık vergi geliri oluşur. Bu gelir Eximbank’a aktarılsın. İhracatçıya ödediği vergi kadar kredi kullandırılsın…” Bu söz de ünlü bir iş adamımızın. Hadi bunlar vatandaşa tanınan haklar diyelim, ya enflasyonla gerçekleştirilen servet transferlerini ne yapacağız? Milyarlarca lira milyonların cebinden alınıp, ‘Milyoner üreteceğiz’ diye üç beş bin insanın kasasına pompalanıyor. Tamam bunu da anladık… Birileri ‘Hoop ne oluyor! Din ile devlet işleri…” diyecek tabii ama, enflasyonla cukkalanan milyarların zekâtı verilse toplumda fakru zaruret olur mu, fakir fukara kalır mı? Ne yazık ki o anlayış da yok!
ENFLASYON ÇIKARKEN YÜKSEK KÂR EDENLER
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yılın ikinci yarısından itibaren enflasyonun düşmeye başladığını göreceğiz. Bütçe imkânlarını genişletmek için hazırlıklarımız var” sözleri acaba bizim anladığımız şekilde bir çözümü mü getirecek, yoksa başka bir şey mi? Sözünü ettiğim ünlü iş adamımız Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Erdemoğlu, ekonomi için şunları söylüyor: “Ekonomide Ramazan ve bayramı tersten yaşadık. Önce bayram yaptık, arkasından Ramazan geldi. Enflasyon yükselirken düşük faizli kredi kullananlar çok büyük kârlar ettiler. Üstelik düşük faizli kredi kullananların bir bölümü işine de yatırmadı. (Yani ya har vurup harman savurdu, ya da döviz ve altın aldı.)” Sözleri arasında enflasyonu düşürmek için tüm toplumun fedakârlık yapması gerektiğine vurgu yapan İbrahim Erdemoğlu, milletin fotoğrafını çekerken, “İnsanlar kolaya alıştı, şimdi kemer sıkmaya başlayınca sudan çıkmış balık gibi hissediyorlar. Kemer sıkmaları da hiç kolay olmayacak” diyor. Olayın toplumsal başka bir yönü daha var… J.B. Mackinnon’ın “Dünyanın Alışverişi Bıraktığı Gün” adlı kitabında bahsettiği gibi “Dünyanın daha çok kirlenmesine, iklim krizinin oluşmasına ve milyarları sefalete sürükleyen ‘zengin alışverişi’ni bırakmalıyız” ifadelerini de yabana atmamalıyız!
SERVET VERGİSİNE KESİNLİKLE İHTİYAÇ VAR
Bahsini ettiğim ünlü iş adamımız İbrahim Erdemoğlu açıklamalarının devamında öyle sözler etti ki, Ramazan-ı Şerif’te kitabın tam ortasından konuştu… O sözün özü neydi? Gazeteciler soruyor: – Servet vergisi gelmeli mi? Erdemoğlu cevap veriyor: – Bence bu dönemde “servet vergisi”ne ihtiyaç var. Varlığı 6 milyon TL’nin üzerinde olan herkesten yüzde 1 servet vergisi alınsın. Servet vergisi kapsamına dahil olanların varlıklarının 6 milyon TL’lik kısmı da muafiyet kapsamına girsin. 6 milyon TL’nin üzerindeki varlıklardan alınacak servet vergisi, 24 ay veya 36 ay taksitle tahsil edilsin. Toplanacak kaynak 150 milyar doları bulur. Toplanacak 150 milyar dolar bütçe dışında, şeffaf, denetime tâbi ayrı bir fonda tutulsun... Dar gelirlinin durumu ortada. Hepimiz aynı gemideyiz. Yüzde 1 servet vergisi ödeyelim, 150 milyar doların toplanmasını sağlayalım. Yalnız, kaynağın kullanımını teknik bir ekip yönetsin. Nereye harcandığını herkes rahatlıkla görebilsin. 6’NCI AYDAN İTİBAREN İFLASLAR ARTABİLİR İbrahim Erdemoğlu devam ediyor: – Böyle bir dönemde servet vergisi çözüm formüllerinden biri olabilir. “Servet vergisi”, ülkemizde her gündeme geldiğinde tepki, tedirginlik yaratıyor. O nedenle AK Parti hükümetleri döneminde “varlık barışı” formülü birkaç kez uygulandı. Evet, ‘taşınır taşınmaz varlıkları 6 milyon TL’nin üzerinde bulunanlardan yüzde 1 servet vergisi alınırsa 150 milyar dolar…’ ediyor. Bu yüzde 2 olursa 300 milyar $… yüzde 3 olursa 450 milyar $ kaynak oluşabiliyor. Biliyorsunuz servette genel olarak zekâtın oranı da yüzde 2,5… İbrahim Erdemoğlu’nun bu yılki öngörüleri de şöyle: – Seçim sonrasında dövizde dalgalanma beklemiyoruz. Turizmin iyi geçeceğini öngörüyoruz. Dış açık sıkılaştırma ile azalacak. İç pazarda sıkılaştırma hissedilecek. Ancak 6’ncı aydan sonra iflaslar artabilir.
ERDEMOĞLU’NUN ÖNERİSİ YADIRGANMAMALI
Erdemoğlu’nun söz konusu ‘servet vergisi’ önerisi yadırganacak bir durum değil! Çünkü Almanya ve Avusturya’dan 36 milyoner, zenginlerden daha fazla vergi alınmasını ve çok yüksek gelirli kesimler için olağanüstü ek vergiler ihdas edilmesini ve fakir kesime aktarılmasını hükümetlerinden talep etti. 9 Haziran 2022’deki “Fiyat Artışları Sürecek Dar Gelirliyi Koruyun” başlıklı Analiz gazetesindeki yazımla da konuyu o yıllarda gündeme taşımıştım… Yazımda; Uluslararası Para Fonu (IMF) ülke yöneticilerine seslenerek, küresel enflasyon sebebiyle milyonlarca insanın zor durumda olduğunu, hükümetlerin fiyat artışlarını durdurmaya çalışmamalarını, bunun aksine yoksul ve kırılgan kesimlerin korunmasıyla ilgili politikalar geliştirmeleri gerektiğini ifade etmiştim. Yine aynı yazımda, “IMF’nin hükümetlerin vergi indirimleri veya devlet yardımları değil, mutlaka dar gelirli kesimlere direkt nakit transferi yapılmasını veya yoksul kesimlerin hayatiyetini sürdüreceği ortamların oluşturulması gereğine vurgu yaptığını” dile getirmiştim. Zira, IMF’nin 7 Haziran 2022’deki raporunda belirttiği, “Yatırımcıların ihtiyaç duyduğu getiriyi aşan ekonomik rantlar olarak tanımladığı fazla kârlar üzerindeki bir vergi, sosyal uyumu teşvik edecek ve sosyal dengeyi korumaya destek verecek Aynı zamanda uygulama devletlerin önemli bir gelir kaynağı haline gelecek” ifadeleri akıldan nasıl çıkarılabilir?
YÜKSEK ENFLASYONA ‘JAPON USULÜ’ FORMÜL
Ekonomileri bozan, yatırımları durduran, orta direği yok eden, servet transferiyle zengini daha zengin fakiri daha fakir hale getiren enflasyona yönelik ‘Japonların yönetim şekli’ne kulak vermemiz gerekiyor. Japon ekonomi yönetimleri, ‘yıllardır halkı harcamayı değil, tasarruf etmeyi özendirici’ politikalara imza atıyor. Böylece Japonya’nın ‘fiyatları beklentiyle düşük tutma modeli’ enflasyonu frenliyor. Buna göre, fiyatların sürekli gerilediği Japonya’da insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için (Türkiye’dekinin tersine) beklemeyi daha fazla tercih ediyor ve bu durumu hayatlarının bir parçası haline getirmiş durumda. Japonya’nın diğer ülkelere göre ekonomideki bariz farkı para politikalarıyla maliye politikalarının birbirlerini ikaz edecek seviyede yürütülmesi şeklinde öne çıkıyor. Bir Japonya Merkez Bankası (BOJ) yetkilisi kalkıp “Merkez bankası bağımsızdır, kimse politikalarımıza karışamaz” demiyor, bilakis BOJ siyasi hükümetin çizdiği ekonomik modele destek olurken, hükümete de ekonomik açılımlar sağlıyor. Genişlemeci para politikalarının devam ettiği Japonya’da enflasyon beklentileri aşmasına rağmen Japon ekonomi yönetimi, merkez bankası BOJ’dan halen yüzde 0 - 0,1 olan faizin, enflasyonda yükselişe karşı sürdürülebilir olduğu görülene kadar devamını istiyor. Harcamayı sevmeyen ve bol para içinde yaşamayı isteyen Japonlar mevcut politikaya tam destek veriyor.
GELİR DENGESİNDE ‘5+90+5’ SİSTEMLEŞTİRİLMELİ
Yüksek enflasyon ve vergide adaletsizlikler sebebiyle bugün Türk toplumunun yüzde 20’si çok zengin, yarıdan fazlası ise zekât ve fitre alabilecek seviyede gelire sahip. Söz konusu dengenin düzelmesi için; yasal, gayri yasal vergi kaçakçılığı önlenirse, kamu kaynakları yerinde kullanılırsa, personel noktasında kamuda bir kişilik iş, üç kişiye yaptırılmazsa, başta araç gereç olmak üzere kamu tasarrufu öne çıkarılırsa, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığında değil her daim “toplumun gelir açısından en zayıf kesimi” korunursa; haksız ve adaletsiz olarak bildiğimiz vergi KDV’de oranlar düşer, belki de tamamen ortadan kalkar, orta direk yeniden canlanır. “5+90+5 formülü” yani toplumun yüzde 5’i zengin, yüzde 5’i fakir, yüzde 90’ı orta gelirli olursa ekonomide denge sağlanır, insanlar yaşamaktan mutlu olur. Osmanlı’nın manevi bânilerinden Şeyh Edabili’nin dediği gibi, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!