Cumhurbaşkanlığı yarışı başladığı günden bu yana farklı görüşteki siyasiler, birer birer adaylıklarını açıklıyor. Bu adaylar içinde, Türkiye karşıtı olanlar da var, Türkiye yanlısı olan da. Hatta Türkiye olmadan da KKTC’nin varlığını sürdürebileceğini söyleyen, hayalperest romantikler bile var.
Türkiye karşıtlığındaki temel neden, KKTC’nin dış dünyadan izole olmasıdır. Ada’da iki toplumlu ve iki farklı devletin varlığı söz konusu iken, Türkiye dışında, dünyada KKTC’yi tanıyan ülke yok. Ne İslam dünyası, ne de Türk Dünyası, aynı şekilde KKTC’yi tanımıyor. Durum böyle olunca, dünya ile diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkisi olmayan KKTC, bu durumdan dolayı Türkiye’yi suçluyor ve her seçim döneminde, Türkiye karşıtlığı üzerinden siyasiler prim yapmaya çalışıyor. Özellikle genç seçmen kitlesi, geçmişin acılarını bilmiyor. Öğrenmiyor. Zaten Cumhurbaşkanı Akıncı’nın tekrar seçilmek için yaptığı da bu. Türkiye karşıtlığı üzerinden prim toplamak.
Şöyle tarihin yakın sayfalarına bakalım. Tarih 16 Ağustos 1960. İki toplumlu, tek bir devletin varlığı Kıbrıs Cumhuriyeti olarak hayata geçiyor ve Eylül 1960’da, Kıbrıs Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler’e kabul ediliyor. Ardından Rumlar ve Türkler, eşitlik felsefesi üzerine, tek devlet olarak birlikte yaşamaya başlıyorlar. Ancak çok geçmeden, ENOSİS (Kıbrıs Adası’nı Yunanistan’a bağlama veya Kıbrıs Adası’nı Rumlaştırma) yanlısı Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı oluyordu. Hemen sonrasında EOKA örgütü üzerinden, ENOSİS’i gerçekleştirmek üzere Rumlar, Türklere karşı planlı saldırılarda bulunuyordu.
Bu saldırılar 1973 yılına kadar böyle devam etti. Rumlar çeşitli bahanelerle, Kıbrıs Cumhuriyeti devleti bünyesinde olan Temsilciler Meclisi’ne Türkleri almadılar. Devlet kadrolarında “yetişmiş Türk yok” diyerek bürokraside Rumları egemen kıldılar. Baskı uyguladılar.
Rumlar, ENOSİS’i gerçekleştirmek için, sürekli Türk köylerine saldırıda bulunuyorlardı. Hepimizin hafızasına kazınmış olan “küvette katliam”da yine 1963’de Rumlar tarafından Lefkoşa’da yapılmıştı.
Ada’da Rum katliamı devam ederken Türkiye, Kıbrıs’taki Türkleri, olası bir Rum soykırımından kurtarmak üzere, 20 Temmuz 1974’de “Ayşe Tatile Çıktı” gizli koduyla, Barış Harekatı’nı başlatmıştı. Nihayetinde Kıbrıs, Kuzey-Güney diye ikiye ayrılmış ve Türkiye, Garantörlük hakkını kullanarak, Kuzey Kıbrıs’a konuşlanan Türkleri koruma altına almıştı. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen sona erdi ve 15 Kasım 1983’de de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu.
Türkiye’nin garantörlüğünde Kıbrıs Türk halkı, 1974’den bu yana özgürce yaşamaktadır. Üstelik Türkiye, her konuda Kıbrıslı Türklerin yanındadır. Böyle bir ortamda, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, neden Türkiye karşıtlığı üzerinden, siyasi prim yapmaya çalışmaktadır? Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları varken, KKTC’nin münhasır haklarını korumak adına, askeri ve ekonomik önlemleri Türkiye alırken, Mustafa Akıncı ne yapmaya çalışmaktadır? Kimlerin ekmeğine yağ sürmektedir?
Rumlarla Türklerin tekrar bir arada yaşayacağına inanan veya inandırılan insanlar, acaba ENOSİS’in tekrar hortlayacağını bilmiyorlar mı? Haçlı Seferleri’ni unutmayan Batı, ENOSİS’i unutur mu?
1996’da Magosa sınır kapısından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) topraklarına geçerek sınırda asılı olan Türk Bayrağı'nı indirmeye çalışan Rum Solomos Solomou’yu unutmak mümkün mü? Avrupa Parlamentosu’nda Türk Bayrağı’nı yırtan Loannis Lagos, yine aynı parlamentoda Türklere hakaret eden Eleftherios Sinadinos değil mi? Rumların nefretleri çok sıcak ve tazeyken, Türklerle Rumları hala tek devlet çatısı altında birleştirmeye çalışmak ve Türkiye’yi Ada’da istememek nasıl bir gaflettir.
Kıbrıs’ta bir diplomasi çıkmazı olduğu doğrudur. Hatta çözülemeyen en eski diplomatik meselelerden biridir. Ancak bunu sadece Türkiye’ye bağlamak ve suçlamak doğru değildir. Uluslararası konjonktür yer ve yön değiştirmektedir. KKTC müstakil bir devlettir ve er geç tanınacaktır.
DMW Avrupa Diplomatlar Birliği olarak, 2014’den bu yana KKTC’ye ekonomik ve diplomatik alanlarda destek veriyoruz. KKTC’nin Avrupa Birliği nezdinde tanınması için diplomatik çabalarımız oldu. Olmaya da devam edecektir. Ancak KKTC siyaset kurumunun değişen dünyaya ayak uydurması ve izole olmuş bir devletin umursamazlığıyla değil, varlık mücadelesi veren ve dünyaya gelin yatırım yapın diye mesaj veren bir yapıda olması gerekir.