Köylerin durumu vahim. Çünkü artık köyler birer birer terk ediliyor. Tarım yaparak geçimini sağlayamayan insanlarımız büyük şehirlerde asgari ücretle yaşamak, geçinebilmek için önce yakınlarının yanına sığınıyor. Sonra büyük şehirlerin kapitalist yaşamında eriyip gidiyor.
Dünya’nın en merkezi bölgesinde, Avrupa ile Asya’nın köprüsü konumunda cennet gibi topraklar üzerinde yaşıyoruz. Bu güzel ülkemizin adı Türkiye… Verimli toprakları Anadolu’dan Trakya’ya kadar geniş bir coğrafyada her türlü bitkinin yetiştiği verimli araziler… Her köşesi ayrı bir güzel. Her dağı, her ovası ayrı bir hazine… Atalarımız 1071’de bu topraklara Malazgirt Meydan Savaşı’nı kazanarak girmiş. Bu topraklar yaklaşık 1000 yıldır Türk yurdu. Anadolu bir sevdadır. Her gün adına şarkılar, türküler söylenen bu bereketli toprakların her köşesi zengin bir tarih barındırıyor. Yapılan arkeolojik kazılarla Anadolu’nun tarihi hazinelerini her geçen gün ortaya çıkarıyor. Türkiye; üzerinde asırlardır bir çok medeniyetin izlerini taşıyan adeta dünyanın en büyük açık hava müzesi. Denizi, kumu, güneşi, dağları, ovaları, kanyonları, coşkuyla akan ırmakları ve bu tabiat harikası doğada daha çok su kıyılarında ve dağların eteklerinde kurulmuş binlerce yerleşim yeri. Adına ister köy deyin, ister kasaba isterseniz büyükşehir…
1980 sonrası dış dünyaya açılan Türkiye’de sanayileşmenin hız kazanması, ihracatın artması ile birlikte İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli, Gaziantep, Adana, Denizli gibi bir çok kentin etrafında kurulan fabrikalar sürekli Anadolu’dan göçü tetiklemiş. Fırsat buldukça Anadolu’yu dolaşıp insanlarımızla konuşup dertleşmeyi adet haline getirmiştim. Bu yıl da yine yaz boyunca Anadolu’da birçok yere gitme imkanım oldu. Gördüğüm manzara beni şaşırtmadı desem yalan olur. İnsanlarımız tarımdan uzaklaşmış; uzaklaştırılmış. Verimli topraklar ekilmez-biçilmez olmuş. Ekilen yerlerde de tarımla uğraşan çilekeş insanlarımız çok mutsuz. Çünkü ekip biçtikleri ürünün masrafları, pazara getirdiklerinde yüzlerini acı bir tebessüme dönüştürüyor. Hangi ürünü söylerseniz söyleyin çiftçi, “Bir daha ekmeyeceğim” diyerek söze başlıyor. Ülkenin üç beş stokçu fırsatçıya peşkeş çekildiğini sürekli vurguluyor. Nohut, fasulye, patates, soğan ürüten de memnun değil, incir, fındık, üzüm, kayısı çay üreten de. Hepsi devletin teşviklerinin hak edene değil, etmeyene büyük sermayeye gittiğini savunuyor. Köylerin durumu vahim. Çünkü artık köyler birer birer terk ediliyor. Tarım yaparak geçimini sağlayamayan insanlarımız büyük şehirlerde asgari ücretle yaşamak, geçinebilmek için önce bir yakınlarının yanına sığınıyor. Sonra büyük şehirlerin kapitalist yaşamında eriyip gidiyor. Bir zamanlar Türkiye’nin en çok döviz girdisi sağlayan fındık tamamen kaderine terk edilmiş. İtalyan bir firma gelmiş, Trabzon’da kurulmuş, derebeyi gibi istediği fiyattan fındık alıyor. Fındık fiyatı geçen yıl 3 dolar iken bu yıl 2 doların da altına düşmüş. Sebebi basit, dünyanın en çok fındık üreten ülkesinin de üretimini kısıtlamak.
Bunu düşük fiyatla başarıyorlar. Ürünü para etmeyen üretici bir sonraki sene için bahçesinde masraf yapmıyor. Gübre ilaçlama budama vs işlemlerini bırakıyor. O güzelim bahçeler giderek dikenlik ve ormanlık bir duruma geliyor. Karadeniz’de terörün ne işi var diye hep sorarız. İşte köyde fındığı para etmeyenler şehre göçüyor. Köyler ıssız kalıyor. Issız kalan evlere terör unsurları yerleşiyor. Köylere geri dönüşün teşvik edilmesi gerekiyor. Üreticiler biraz sübvanse edilse herkes köyüne geri döner. Özellikle trafikten bunalan insanlar hep köylere gidip sakin bir hayat yaşama arzusunda. Sadece küçük teşviklerle bunlar olabilir. Ancak Anadolu’da kentlerin yaşamı değişmiş, İstanbul, Ankara, İzmir dışında Anadolu’da 30 büyükşehir kurulmuş. Büyükşehir yasaları köylerde uygulanmaya çalışılıyor. Örnek vermek gerekirse Ordu’nun nüfusu 200 bin bile değil. Ancak tüm ilçeleri köyleri sayarak 750 binin üzerinde olduğu varsayılarak büyükşehir statüsü getirilmiş. Şimdi İstanbul’da 30-40 yıl yaşayıp çalıştıktan sonra memleketinde ömrünün geri kalan kısmını emekli olarak huzur içinde geçirmek isteyen bir memur düşünün. Ordu il merkezine 150 km uzaklıkta bir köyde ev yapmak istese, adamı canından bezdiriyorlar. Önce ilçe, sonra büyükşehir belediyesi fen işleri müdürlüğü, imar müdürlüğü… Ceberrut zebani gibi kendisine 50 metre kare bir sosyal konut yapmak isteyen kişinin üzerine biniyor. O parası, bu harcı, bu vergisi derken adam daha çivi çakmadan istenilen evrak tamamlama için neredeyse 15-20 bin TL çivi çakılmadan havaya uçup gidiyor. Düşünün köyüne bir oda bir salon 50 metrekare bir sosyal konut yapmak isteyen kişiden istenilen ilk belge müteahhitlik belgesi. Adam belki ömründe bir daha tuvalet bile yapmayacak. Ama müteahhitik belgesi isteniyor. Bu yetmedi, plan, proje, likap, harita, kadastro vs. derken adam zar zor evrakları tamamlıyor. Sonra diyorlar ki; bu inşaatın şantiye şefi imzası ok. Git filanca kişi imzalasın. İmzayı atacak kişi (mühendis) belki hayatında bir defa bile köylerde yapılan evleri görmemiş, ama imzayı atarken metrekareye göre fiyat ödeniyor. 50 metrekare için imzası karşılığı 2 bin 500 TL. Bunun adı soygun değil de nedir? Adam bir oda bir salon ev yaptıracak. İkinci üçüncü dördüncü katı yok. Satılık bina da yaptırmıyor. Bir ustanın kısa bir zamanda yapacağı bir iş. Ama burası için santiye şefi. Kim kimi kazıklıyor ya da kim kimi kandırıp soyuyor. Diğer taraftan işin içine giren SGK olayı var. Ev yaptırmak isteyen mecburen sigortalı olan insanlar için yeni bir sigorta daha yaptırmak zorunda. Bitmedi… Hisseli yerlere ev yapmak isteyenlerin halini hiç sormayın. İnsan imza peşinde koşarken ömrü yetmiyor. Bir de bu işin elektrik bağlama işi var. Tabi olmayan su bağlama için döşenmemiş şebeke hattı için verilen harç, olmayan otopark için, çakıl dahi döşenmemiş yol için, alınmayan çöp için ödenenler işin başka boyutu. Oysa köylerde yapılacak binalar sosyal konut. Genelde 1 kat ama bazı durumlarda aile birleşip tek bina olarak yaptıkları için 2-3 kat da olabiliyor. Büyükşehir kapsamındaki köylerin çoğunda büyükşehir belediyesi daha yol yapmamış, su getirmemiş ama vatandaştan otopark parası isteyecek kadar cüretkâr olmuş. İlçelerde fen işleri müdürleri ise sanki birer gardiyan. Yassak… En çok duyulan kelime. Büyükşehir olmayan illerdeki köylerde de çember giderek daralıyor. İnsanlara kendi arazisine yapacağı bir küçük ev, eşyalarını koyacağı serendi, ürünlerini ya da hayvanlarını muhafaza için yapılacak barınak gibi şeyleri yapmak da artık zor. Yani köye dönüşü teşvik etmezsek “zor dostum zor. Sevilmeden sevmek.” Oysa, siyasi irade köylere göçü teşvik etmeli. Köylerimiz boşalmamalı. Köylerimizdeki zengin topraklar boş kalmamalı. Her türlü sebze, meyve yetişen topraklar işlenmeli. Ekonomiye değer kazandırılmalı. Köylerde küçük işletmeler teşvik edilmeli.
Hayvancılık, meyvecilik, sebzecilik ve gıda sanayine dayalı küçük–orta büyüklükteki işletmeler entegre olarak birbirini tamamlamalı. Bu yıl sonuna kadar erken yerel seçimler olmazsa; 29 Mart 2019’da seçimler yapılacak. Büyükşehir, il, ilçe ve bazı yerlerde belde belediyeleri için halk sandığa gidecek. Eğer köylülerin üzerindeki büyük şehir uygulamaları özellikle köye göçmek isteyenlerin mesken edinmesindeki sebepsiz baskılar sürerse o yöredeki başkanların kazanma şansları düşük görünüyor. Çünkü köylü hizmet almadığı büyükşehirlere hiç hizmet almadığı halde ağır vergi ödüyor. Köydeki evin emlak vergisi, çöpü alınmayan evin çöp vergisi, şebeke suyu olmayan evin, yolu olmayan mahallenin belediye hizmetlerinden yana şansı yok. Ama vergi dilimlerinde cezası büyük. Bir örnek vermek gerekirse, dağ başındaki bir köy evinin emlak vergisi İstanbul’daki lüks bir semtteki milyonluk daireyle eş değerde. Köyüne dönmek, orada bir mesken yapmak ya da eski meskenini oturulur bir duruma getirmek isteyenlere özel teşvik verilmeli. Şehirlerin nüfus yoğunluğu azaltılmalı ki insanlar huzur bulsun. Köylere göçmek isteyen, tarımla uğraşmak isteyenlere özel teşvikler verilmeli ki, topraklarımız işlensin, oralardan bereket fışkırsın. Meralardaki otlar kurumasın, hayvancılık teşvik edilmeli ki, köylü emeğinin karşılığını almış olsun. Yerel seçim öncesi bir çok ilin, ilçenin yönetimiyle ilgili görüşlerini sorduğumuz yöre halkı, “Başkan etliye sütlüye karışmıyor. Cenazelere gidiyor, düğünlere gidiyor. Bunları hizmet olarak görüyor” şeklinde cevap veriyorlar. Ülkemiz giderek dış baskıların arttığı bir süreçte toplumsal baskıları da dikkate alarak ivedilikle köylere göçü teşvik edilmeli. Köyüne 60, 80 veya 100 metrekare ve üstü ev yapmak isteyenlere teşvik verilmeli. Arazi kullanımı konusunda şehir planları değil köyün mevcut durumuna göre yapılmalı. Köylünün birleştirilmesi ve üretim seferberliğine katkı sağlaması için organize edilmeli. Bakın o zaman domates ya da patatesi bize 9 liradan satmak isteyenlere en güzel cevap böyle verilmeli.