Yaşanan örnek Zarrab davasıdır. Zarrab davasında kuvvetlinin hukuku uygulanıyor.
Hukuk, yaptırımı olan kuralları içeriyor. Yaptırım ise kuvvete bağlı olarak gerçekleşiyor. Kuvvet olmadan hukuk kuralları iş görmüyor. Her kuvvetin üzerinde, daha büyük bir kuvvet var. Böyle olunca, en kuvvetlinin hukuku egemen oluyor.
Amerika, dünyada benden daha kuvvetlisi yok, çıkarıma aykırı işlem yapanlar hakkında hukuku ben uygularım diyor. Ve uyguluyor.
Amerika İrana "nükleer bomba yapıyorsun diyerek" ekonomik ambargo koydu. Türkiye "petrol ithalatı" nedeniyle itiraz etti. Bir önceki yıl satın alınan petrolün yüzde 30'undan daha az olmak şartıyla, Türkiye'nin petrol ithalatına izin verildi.
Vrilen izne göre Irandan petrol ithal ediliyor, bedeli Halk Bankasındaki İran hesabına TL olarak yatırılıyordu.
İran Halk Bankasındaki parasını aracılara havale ediyor. Aracılar piyasadan mal, altın, döviz satın alarak İrana taşıyor. İran'ın petrol satışından doğan alacağı, aracılar kanaliyla ödeniyordu. Aracılardan birisi de Zarrab idi.
Yasal yoldan ithal edilen Petrolün karşılığı, bankalar kanalıyla transfer edilemiyordu. Zira, İrana para transferi yasaklanmış idi. Ödemelerin yapılması amacıyla, nakit döviz ve altının elden taşınıyor olması nedeniyle, suistimaller önlemiyordu.
Transfer işlemine aracılık yapan Zarrab Amerika'da tutuklanıyor. Ambargoyu deldin diyerek mahkemeye veriliyor.
Amerikan hukukuna göre "itirafçı" ile anlaşma yapılıyor. Itirafçı cezai sorunluluktan kendini kurtarabiliyor.
Meselenin gerisinde "dolar bankerleri" var. Bankerlerin gerçek amacı, Amerikan hukuk sistemini kullanarak "dünyadaki bankacılık sistemine" göz dağı vermekir.
Nitekim daha önceden, Avrupa'daki BNP bankasına "hukuka aykırı transfer yaptın" diyerek, 9 milyar dolar ceza kestiler. Şimdi aynı amaca matuf olmak üzere, Zarrab davasını kullanıyorlar.