Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aldığı erken seçim kararının ekonomiye yansıması çok hızlı oldu. Döviz kurlarında yaşanan tarihi zirveler sonrasında Merkez Bankası’nın attığı adımla yaşanan gevşeme ile yine makro ekonomik dengelerin yerine oturduğunu ifade edemeyiz. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Merkez Bankası’nın yaptığı 300 baz puanlık faiz artırımı sonrasında yaptığı açıklamada, “TCMB geç de olsa güçlü bir adım attı ve bu adım da etkili oldu” dedi ve ekledi: “Türkiye piyasalarla inatlaşmayacaktır. Kurallara dayalı piyasa ekonomisinden geri adım atmayacaktır.” Hemen ardından yüksek maliyetler hususunda bir açıklama daha yaptı. “Kamu maliyesi konusunda endişeler yersiz. Biz şimdi harcama kesintilerini çalışıyoruz. Bakanlık sayısı ciddi şekilde azaltılacak. Bu da harcamaları düşürecek. Olaylara anlık veya çok kısa vadeli bakılınca büyük resmi görmek zordur. Bu açıdan olaylara orta ve uzun vadeli bakmak gereklidir. Şunun şurasında birkaç hafta kaldı. Kısa vadeli sıkıntılar aşılacak. Biz ülkeyi ikiz açığa götürmeyiz. Buna asla yol açmayız.” Bu iki açıklama eksenine baktığımızda TCMB’nin geç ama yerinde bir adım attığını kamu kaynaklarının ise çok daha itinalı şekilde harcanacağının bilgisini net okuyabiliyoruz. TCMB nisan ayında piyasaya likidite verdiği Geç Likidite Penceresi’nde (GLP) 75 baz puanlık artış yaptı ve fonlama oranını yüzde 13.5’e çıkardı. Bunu yapmasının sebebi nisan ayı boyunca Türk Lirası üzerinde yaşanan satış dalgasıydı.
Özellikle “FED’in faiz artırımlarının 2018 boyunca 4’ü bulabileceği” beklentisiyle gelişen ülke kurlarında ABD Doları’na karşı nisan ayı boyunca değer kaybı yaşandı. TCMB de 25 Nisan’da faiz artışı ile buna cevap vermişti. Faiz artışı sonrası sorunlar ortadan kalkmadı. Cari açık, bütçe açığı, reel sektörün açık pozisyonu aynen yerinde durmaya devam ediyor. Türkiye geride bıraktığımız 15 yılda her 1,5 yılda ya seçim ya da referandum yaşayarak sürekli bir ekonomik kırılganlık testlerini geçti ve bu ekosistem tabii bir yıpranma da geçirdi. Bu noktada; a) Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde kamu maliyesi yönetimi en temel öncelik olmalıdır. Gerek bakanlık sayısında yapılacak azaltma gerekse temel tasarruf tedbirlerinin her kademede hayata geçmesi vatandaş nezdinde de ciddi bir güven unsuru oluşturacaktır. b) Ekonomimizin yumuşak karnı cari açığın azaltılması için alınacak fiili aksiyonlarda mutlaka üretimi işin merkezine alınarak yapılması gerekmektedir. Katma değerli üretim önceliği ile yapılacak hamleler uzun vadede ekonomimiz için bir gereklilik haline gelmelidir. c) Yapısal reformlar hayata geçirilirken özellikle döviz kuru riskine karşı hane halkını ve şirketleri koruyucu tedbirler net olarak çerçevesi belli şekilde belirlenmelidir. Özellikle kur riskini yönetemeyen şirketlerin borçları katlanmış, karlılıkları ise kur farkları nedeniyle uçup gitmiştir. Makro ihtiyati tedbirleri destekleyen sıkı para politikasıyla enflasyonun düşürülmesi ve cari açığın kapanması daha da hızlanmalıdır. d)Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin fiilen hayata geçmesiyle, ülkemiz üzerinde uluslararası düzeyde yapılan hukuk eksenli eleştiriler için gerekli tedbirleri ve adımları atacak daha yüksek bir irade ortaya konulması kaçınılmazdır. Son olarak ekonomik sürecin son durumunu daha iyi analiz etmek için filmi biraz geriye sardığımızda ise FED’in parasal genişlemeyi durdurma kararını en önemli viraj olarak görmekteyiz.
FED parasal genişlemeyi durdurma işaretini 22 Mayıs 2013’te verdi ve aradan tam beş yıl geçti. Türkiye’yi en çok ilgilendiren durum faizin maliyetinin artması. FED’in faiz artırması ve daha da artıracak olması dolar Libor faizlerini sıçrattı. Bu dönem özellikle gelişmekte olan piyasalar için çok oynak geçti ve ortaya iyi bir bilanço çıkmadı. Gelişen Borsaların performansı yüzde 9’da kalırken, gelişmiş borsalar yüzde 41 prim yaptı. Dolar gelişmiş ülke paralarına karşı yüzde 11 değer kazanırken, gelişmekte olan paralara karşı yüzde 30 değer kazandı. Mayıs 2013 sonrası konjonktür Türkiye’ye hiç yaramadı. Cari açıkta ve borçlanmada gazdan ayağımızı çektik ve biraz frene bastık ama hâlâ belli bir hızla yol alıyoruz. Dış kaynak ihtiyacının ve enflasyonun yükselmesi sonucu, dolara karşı değer kaybında TL benzer ülke paralarını ikiye katladı. Onlar yüzde 30, TL yüzde 60 değer yitirdi. Önümüzdeki sürecin ekonomik anlamda çok daha istikrarlı olması temennisiyle