Dünyadaki tüm şirketlerde kriz yönetimi kaçınılmaz bir unsur haline geldi. Türkiye’de ise kriz artık hayatımızın olmazsa olmazı. Krizden kaçınmak mümkün değil, ancak krizi iyi yöneterek şirketi korumak ve fırsatlara odaklanmak gayet mümkündür.
Mart ayından beri hayatımızın içinde olan Korona sürecine, son dönemde yüksek döviz atakları da eklendi. Daha 2 yıl önce ‘’Rahip Brunson Krizi’’ diye tabir edilen ABD kaynaklı döviz atağı tüm şirketlere muazzam zararlar verdi. Şirketler bağışıklık kazanırken üst üste gelen olumsuzluklar işin yönetilme boyutunu zora sokmaya başladı. Zaten yüksek işsizlik oranlarıyla mücadele etmeye çalışan reel ekonomi, kendi istihdamını korumaya çalışırken, dövizden kaynaklı yeni operasyonel zararlar ile çok bilinmeyenli denklemin içine girdi.
Bir lider sakin sularda değil de fırtınalı sularda gemiyi karaya yanaştırdığında başarılıdır. Krizlerde şirketlerin kapanması, personel azaltması ve küçülmesi beklenen sonuçlar olsa da, kaçınılmaz son böyle olmayabiliyor. 157 ülkede denetim, danışmanlık ve vergi hizmetleri veren PWC’nin 2019 yılında gerçekleştirdiği ‘Küresel Kriz Araştırması’ ile 43 ülkeden, 25 sektörde faaliyet gösteren 2 bin 84 katılımcı firmanın kriz yönetimleri incelendi. Katılımcılar arasındaki, ciddi bir krizle karşılaşmış bin 400 şirketin yüzde 42’si krizin ardından daha iyi konumda olduğunu belirtirken, bunlardan bir kısmı ise krizi iyi yöneterek gelirlerinde artış sağladıklarını açıkladı.
Krizde en önemli avantaj, zor günde kullanmak üzere bir miktar yedek akçeyi bir kenarda tutan firmalarda bulunmaktadır. Gerçekten elinde yedek akçesi olan firma kaldı mı? Ya da ne kadar likit artık hangi kriz için koruma unsuru olabilir? Krizden daha iyi çıkan firmaların yüzde 41’i krize, zor günler için bir kenarda tuttuğu yedek akçe ile yakalandı. Yedek akçesi olan firmalar, kriz planlarını daha sağlıklı uygulama ve sürece yayma imkanı bularak avantaj sağlamış oluyor. Türkiye’de ise şirketler genellikle çeşitli gerekçelerle kriz anında yedek akçesiz yakalanarak, bankalar ile olan açık pozisyonlarını yüksek faiz ile borçlanarak kapatmaya çalışıyor.
Krizden güçlü çıkmanın diğer bir yolu da iyi hazırlanmış bir kriz planına sahip olmaktan geçiyor (krizden güçlü çıkan firmaların yüzde 54’ünün iyi hazırlanmış kriz planı vardı). Bu planın her krizde yeniden güncellenmiş olması, farklı senaryolara uyumlu olacak şekilde esnek ve kapsayıcı olması ise kazanımı artırıyor. Kriz planlaması yapmak için organizasyonun bu konuda tecrübe sahibi olması, yani pratik yapması gerekiyor. Bu konuda pratik yapmayı zaman kaybı ya da hayal dünyasında gezmek gibi görmemek, bu işin en önemli parçasıdır.
Krizden sonra daha iyi durumda olmanın bir koşulu da, krizin altında yatan nedenleri iyi analiz etmektir ve yeni aksiyon planı çıkarabilmektir. Krizi iyi yöneten dört firmadan üçü krizin altında yatan nedenleri iyi analiz ederek, elde ettikleri gerçekler doğrultusunda hızla müdahaleye geçen şirketlerden oluştu. Bu firmalar elde ettikleri kriz gerçeklerini iç ve dış paydaşlarına da ileterek, onların da kriz anında desteğini alma avantajını kullanıyor. Krizin altında yatan nedeni iyi analiz edip çıkardıkları sonuçlara göre gerekli atımları hızla yapan firmaların yüzde 80’i krizden daha iyi sonuçlarla çıkıyor. Burada şirketlerin hareket kabiliyeti de çok mühim. Hızlı analiz için çok yönlü iletişim tecrübesinin yanı sıra, veriye ve bilgiye sahip olmak ve onu iyi kullanmak gerekir.
Kriz yönetimini değerlere bağlı kalarak yöneten iyi bir ekibin olması da başarıyı getiren en önemli etkenlerin başında geliyor. Krizden güçlü çıkan firmaların yüzde 93’ü süreci işine hakim, ne yaptığını iyi bilen ekiplerle yürüttüğünü ifade ediyor.
Yukarıda veriler ışığında anlatmaya çalıştığım doğru analiz ve ihtiyat akçesi bulundurarak doğru strateji koymak bu dönemde çok zor hale geldi. Umuyoruz Korona ve bu döviz atağı sonrası yeni hamlelere maruz kalmadan işimize bakmaya devam ederiz. Güzel bir ay geçirmeniz temennisiyle.