Tarih boyunca insanların, güvenli ve özgür hissetmek, iklim ve coğrafi açıdan daha uygun şartlara ve yerüstü/altı zenginliklere erişmek, savaş ve hastalıklardan sakınmak gibi nedenlerle bulundukları yerlerden ayrılarak yeni yerlerde yaşamak için bireysel veya toplu şekilde hareket etme güdüsü göç olgusunu yaratmıştır. Zorunlu göç olgusu ise, savaşlar ve zulümler nedeniyle aç, yaralı ve istismar edilen erkekler, kadınlar ve çocukların ülkelerini terk etmesiyle ifade edilmektedir.
Modern dünyaya özgü savaş, iç savaş ve işgaller sonucunda çıkan insan hakları ihlalleri, ayrımcılık, nüfus artışı, işsizlik, kaynakların paylaşılmasında yaşanan sorunlar bireyleri kendilerine ve ailelerine maddi ve manevi anlamda daha iyi bir yaşam sağlayabilmek için yurtlarını terk etmeye zorlamaktadır. Bu kapsamda dünya üzerinde göçmen sayısında son 20 yılda büyük artış gözlenmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine göre uluslararası göçmen sayısı 2000 yılında 173 milyon iken ciddi bir artış sonucu bu sayı 2020’de 281 milyon kişiye çıkmıştır. Bu dönemde yaşanan savaş, iç savaş ve diğer nedenlerle birlikte ulaşım olanaklarında yaşanan gelişme, bireylerin bir yerden bir yere daha çabuk ve ekonomik gidebilmesine yol açmıştır.
Türkiye, Avrupa ile Asya ve Ortadoğu arasında savaş ve barışın yan yana olduğu bir konumda yer almaktadır. Bir tarafta yaşanan çatışma ve iç savaş insanları yaşadıkları yerleri terk etmeye zorlarken, diğer taraf onları kabul etmeye yanaşmıyor. Türkiye için göç ve göçmen kavramı son yıllara kadar daha çok Balkanlar ve Kafkasya’dan gelen Türk kökenliler ve akraba topluluklardan ülkeye gelenleri ya da Avrupa ülkelerine çalışmaya giden işçiler ve ailelerini çağrıştırırdı. Değişen ve gelişen Türkiye’de artık daha az insan ülkeyi terk ederken, güvenlik ve ekonomik kaygılar nedeniyle Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika’dan gelen göçmenler için kalıcı ya da geçiş noktası haline geldiği görülüyor.
Türkiye’nin mevcut durumu dünya üzerinde yaşanan göçmen artışından çok, Ortadoğu’da muhalif hareketlerin bir yansıması olan “Arap Baharı” sonucunda Suriye’de yaşanan iç çatışmaların neden olduğu zorunlu göç ve son dönemde ABD’nin Afganistan’dan ayrılması sonrası bu ülkeden kaçanların Türkiye’ye girme çabaları çerçevesinde ele alınmaktadır. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü istatistiklerine göre Eylül 2020 itibarıyla 3.618.918 Suriyeli sığınmacı Türkiye’de yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre Mart ayı sonuna dek Türkiye’de UNHCR’a kayıt yaptıran Afgan sığınmacı ve mültecilerin sayısı ise 169,919’dur. Çin resmi haber ajansı Xinhua’nın mülteci raporlarına da atıf yaptığı haberine göre, Türkiye’de yaklaşık 400 bin Afgan mülteci yaşıyor. Bu yönüyle Afganlar, Suriyelilerden sonra ülkedeki en büyük mülteci topluluğunu oluşturuyor.
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE MÜLTECİ SORUNU
Suriyelilerin Türkiye’de “geçici koruma’’ statüsünde misafir edilmesi ve sayılarının bu denli yüksekliği Avrupa’ya göç etme ihtimalini artırmış, bu durum Avrupa ülkelerini Türkiye ile işbirliği ve antlaşmalar yaparak göçün en azından Türkiye üzerinde durdurulması gerektiği fikrine yönlendirmiştir. Avrupa Birliği (AB), öncelikli olarak 2013’te Türkiye ile Geri Kabul Anlaşması imzalayarak düzensiz göç ve sığınmayı kısıtlamaya yönelik strateji geliştirmiştir.
Bu anlaşma ile karşılıklı olarak, Türkiye ve AB topraklarından geçiş yaparak, yasadışı bir şekilde sınırlardan geçmeye yeltenen ve Türkiye ve AB topraklarında yasadışı olarak ikamet eden gerek Türkiye ve AB vatandaşlarının gerekse üçüncü ülke vatandaşlarının ve vatansız kişilerin iadesini öngörmektedir. 2015 yılı yaz aylarında, AB sınırları, çoğu savaştan kaçan Suriyeli ve Iraklıların oluşturduğu daha önce örneği görülmemiş bir mülteci akınına uğramıştır. Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre, 2015’in ilk dokuz ayında 710.000 mültecinin AB sınırlarından geçtiği görülmektedir. Suriye ve Irak’taki mevcut durum düşünüldüğünde devamı öngörülen bu sorunun çözümü için AB, Türkiye’ye mülteciler hakkında bir anlaşma teklif etti.
Avrupa Komisyonu 29 Kasım 2015’te düzenlenen Türkiye-AB Zirvesinde, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için 3 milyar avro tutarında bir fon oluşturacağını taahhüt etmiş ve ardından 18 Mart 2016 tarihinde yapılan ikinci zirvede ise bu fonun tükenmesi durumunda ek 3 milyar avro daha sağlayacağını açıklamıştı. 3+3 milyar avro olarak planlanan fonun tamamı (6 milyar euro) projelere bağlanmış olup 4,3 milyar avroluk kısmı Türkiye’ye ödenmiştir. 2016 yılında Ankara’da 18 Mart Mutabakatı imzalanması ile mütekabiliyet temelinde Türkiye’de veya AB’ye üye ülkelerin birinde ülkeye giriş, ülkede bulunma, ikamet etme koşullarını sağlayamayan veya sağlayamaz duruma düşen kişilerin anlaşmada belirlenen şartlar ve kurallar çerçevesinde ilgili ülkeye geri gönderilmesi amaçlandı. Bunun karşılığında AB, Gümrük Birliği Anlaşmasının güncellenmesi ve vize muafiyeti hakkı sürecinin hızlandırılacağını taahhüt etti.
Ancak Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterlerinden uzaklaştığı gerekçesiyle anlaşmanın modernizasyonu yapılamadı. Benzer şekilde vize muafiyeti hakkı konusunda da bir netice alınamadı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 25 Haziran 2021’de AB’nin Türkiye’yle göç anlaşması kapsamında 2024’e kadar ek 3 milyar Avro bütçe ayıracağını duyurdu. 27 Şubat 2020’de Rusya destekli Suriye ordusunun İdlib’de gerçekleştirdiği hava saldırısıyla 34 Türk askerlerini şehit etmesinin ardından, 28 Şubat 2020’de Türkiye, mültecilerin ve göçmenlerin kara ya da deniz yoluyla ülke sınırlarından AB ülkelerine geçişlerine engel olmama kararı aldı. Fakat geçici koruma statüsünde olan Suriyeli sığınmacılar başta olmak üzere tüm sığınmacıları Avrupa’ya yollama düşüncesi, AB sınır kapılarının açılmaması ve insan haklarını hiçe sayan uygulamalar sonucunda başarıya ulaşmadı. AB başkanları ile yapılan ikili görüşmeler sonuçsuz kalırken, çalışma gruplarının oluşturulmasıyla süreç yine zamana yayıldı.
Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye’ye ve topluma çok büyük ekonomik ve toplumsal külfetler yüklendi. Türkiye’nin bugüne kadar 40 milyar doları aşan bir bütçeyi geçici sığınmacılar için harcama yaptığı yetkililerce bildiriliyor. Türkiye, hâlihazırda böyle bir yükün altında politik, ekonomik ve sosyolojik sıkıntılarla mücadele ederken ABD’nin Afganistan’dan ayrılma kararı ve Taliban’ın ülke yönetimini el geçirmesinin ardından ülkeden çok sayıda insanın göç etmek için çabalarını medyada yer alan görüntü ve haberlerde izleyen Türk vatandaşları arasında ciddi bir tedirginliğe yol açmaktadır. Sosyal ve geleneksel medyada yapılan röportaj ve anketlerde hatta stadyumlarda yapılan tezahüratlarda ülkede daha fazla mülteci istenmediği çok açık şekilde beyan edilmektedir. Daha önceleri hükümetin dillendirdiği “ensar ve muhacir” yaklaşımı ise Türkiye’nin artık Batı’nın mülteci ambarı olmadığına dair söylemlere bırakmaktadır. AB ülkelerinin ortaya çıkan bu yeni duruma karşı Türkiye ile ortak çalışılması yönündeki söylemleri 18 Mart Mutabakatına benzer bir çözümün dile getirilmesini akla getirmektedir. Ancak mutabakatta yer alan hususlardan Vize Serbestisi ve Gümrük Birliğinin güncellenmesine yönelik hususlara atıfta bulunulmaması AB’nin ilişkilere sadece kendi çıkarları çerçevesinde yaklaştığının işareti olarak değerlendirilebilir.
SONUÇ
Suriye ve Afganistan kaynaklı mülteci krizlerinin başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkeye önemli bir yük getirdiği açıktır. Ancak bu yükün adil bir şekilde dağıtılması gerekmektedir. Türkiye hâlihazırda dünyada en fazla mülteciyi barındıran ülke konumundadır. AB ile yapılan anlaşmaları ve mutabakatın bu yükü azaltma yönündeki payı oldukça azdır ve bu durum Türkiye’yi ekonomik olarak gerilettiği gibi bundan daha da önemlisi toplum içindeki kutuplaşma ve gerginliği giderek artırmaktadır. Konunun Türkiye açısından ciddiyetinin AB’li yetkililere daha iyi anlatılmalı ve uyarılar kuvvetli biçimde yapılmalıdır.
Geri kabul anlaşmasının vize serbestisi ile birlikte değerlendirilmesinin Türkiye açısından hiçbir getirisi olmadığı, AB vize mevzuatında yapılacak değişikliklerin bu anlaşmadan henüz elde edilemeyen fakat elde edilmesi durumunda sağlayacağı faydaları ortadan kaldırmasının mümkün olabileceği açıktır. Mülteci krizinin Shengen rejimini değiştirebileceğine yönelik söylemler Avusturya ve Hollanda gibi ülkelerce dile getirilmekte, hatta Yunanistan’ın geçici olarak çıkarılması dair uyarılar yapılmıştır. Bu kapsamda geri kabul ve vize serbestisine yönelik hususların birbirinden bağımsız değerlendirilmesi ve pazarlık konusu olmaktan çıkarılması, somut hedef ve taahhütlerin belirlenmesi, fonların artırılması ve aktarılmasına yönelik işlemlerin hızlı ve kolay hale getirilmesi gerekmektedir. Mülteci sorununun çözümü noktasında Suriye ve Afganistan başta olmak üzere bölgesel çatışmaların ve karışıklıkların ortadan kaldırılması barışın ve huzurun temin edilmesine yönelik AB’nin daha çok zorlanması ve yükün paylaşımında makul bir noktaya getirilmesi elzemdir.