2020 yılında Türk Lirası yüzde 25’e yakın değer kaybı yaşamasına rağmen ihracat yüzde 6 azalmış, ithalat ise yüzde 4 artmıştı. İhracatın azalmasına rağmen TL’deki bu yüksek değer kaybının sebebi ürün sattığımız ülkelerdeki ekonomik gidişatların gerilemesinden kaynaklanmaktadır. 2021’in ilk çeyreğindeki TL’nin dolar karşısındaki yüzde 115 oranındaki değer kaybıyla beraber ihracatın yüzde 17 arttığı gözlemlenmektedir.
2021 ilk çeyreğini geçen yılın ilk çeyreği ile kıyasladığımızda sanayi üretimindeki yüzde 10 oranındaki artış, imalat sanayisinde kapasite kullanım oranının yüzde 75 düzeyinde istikrar kazanması ilk çeyrekteki bu büyümenin gelecek potansiyelini ortaya koymaktadır. Ayrıca, 2020 yılında yaşanan Covid-19 salgını nedeniyle birçok alanda ama en çok da turizm alanında ekonomimize darbe vurmuş, 2021 yılında, hastalığı önleyici aşı uygulaması ve hastalığa karşı ilaç geliştirilmesi ile salgının büyük ölçüde atlatılacağı beklentisi 2021 yılında turizmde durumun normale döneceği umudunu yeşertmişti.
Eğer bu Turizm hedeflerimizi doğru aşılanma stratejisi ile bu yaz iyi yönetebilirsek, ilk çeyrekteki iyi rakamların üzerine daha da pozitif ekonomik değer ortaya çıkacaktır. Covid-19’un etkisiyle 2020 yılında turizm gelirlerinde majör düşüşler yaşanmış, 2019 yılında ülkemizi 52 milyon turist ziyaret ederken geçen yıl 16 milyon kişide kalmış, turizm gelirleri 34,5 milyar dolardan 12 milyar dolara düşmüştür. Aslında geçen yılki turist başına yapılan harcamanın 2019 yılındaki kişi başına harcamadan daha yüksek olduğunu gözlemlemekteyiz. 2021 yılında gelen turistin kişi başına harcaması 943 dolara yükselmiş olup 2021 yaz sezonu için olumlu mesaj vermektedir.
Tüm bunlara rağmen 2019 yılındaki fiili rakamlara ulaşmak oldukça zor görünmektedir.
EKONOMİDE STABİL BÜYÜME
Covid-19 sürecini iyi yönettiğimiz takdirde yoğun sanayi çıktıları ile ekonomimizin stabil büyüme sürecine gireceğini de göz ardı etmemek gerekir. Turizm gelirleri, sanayi üretim kapasitesi ve tarım, ülkemiz için çok önemli temel ekonomi faktörleri niteliğindedir. Yeraltı kaynaklarından fiili para kazanabilme yetisi çok düşük olan ülkemizin çalışkanlığı ve verimli işgücü ile yine kendi göbeğini kendisi kesmesi mottosu önümüzdeki 5 yılda daha da ön planda olacaktır. Geçtiğimiz ay “Sanayi ve Verimlilik Günleri” etkinliğine katılan Ankara Sanayi Odası Başkanı’nın ifadesine bakılırsa; “Türkiye’deki çalışanlarımız Almanya’daki kadar verimli olsaydı, Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasını en az on kat artırmak mümkün olacak ve bu durumda, dünyanın sekizinci büyük ekonomisi haline gelinmesi sağlanacaktı.” Keza, benzer bir yaklaşımla, ülkemizde tarım kesimi verimliliğinin, mesela Belçika’daki benzerine kıyasla, sekiz kat düşük oranda kaldığı ölçülmektedir. Türkiye’nin gelişme sağlaması gereken kulvarlar arasında verimlilik meselesinin ön plana çıktığı açıktır. Bununla beraber, resmin tamamına takılıp kalmaktansa, arka plana bakmakta; insaflı ve hakkaniyetli değerlendirmelere yer vermekte fayda görmekteyiz. Düşük verimlilik tablosunun ana sebebi, sadece Türkiye’deki işgücü değildir; insan sermayemizde yapısal bir sorun; onarılamaz bir eksiklik yoktur. Ülkesinde düşük verimlilik tablosuna da; mesela Almanya’da verimlilik rekorlarına da imza atanlar, bu toprakların insanıdır. Dolayısıyla ülkemizde kur, faiz oranlarının ve finansal istikrarın normalize olmasıyla işin ne kadar daha iyi noktalara geleceğini düşünebiliriz.
VERİMLİLİK ARTIŞI
Elbette, işgücümüzün yetkinlik ve kalifikasyonu geliştirilmeye; motivasyonu yükseltilmeye muhtaçtır. Mesleki eğitimin; “ara eleman” değil ve fakat “ana eleman” yetiştirdiğini kabule ve gereğine vaziyete mecburuz. Ancak, verimlilik meselesini sadece işgücüne indirgemeye; onun üzerinden yorum yapmaya son vermeliyiz. Verimlilik artışı; “iş göreni daha düşük ve/veya zamsız ücretle daha çok çalıştırma” anlayışına emanet edilmemelidir. Üretim faktörleri arasında yer alan sermayenin verimliliği konusunu en temel öge olarak işimizin merkezine oturtmak mecburiyetindeyiz. Enflasyonun yüksek olduğu ortamda yüksek kredi maliyetleri ve “vadeli çek” gibi ticari kurgular ile finansal verimlilik’ ten bahsetmek mümkün değildir. Özellikle TL’nin hızla değer kaybetmeye devam etmesinin yarattığı etki net olarak bu kadar çalışkan insanlarımızın ürettiği değerlerin yok olması anlamına gelmektedir. Uygulanan yanlış finansal politikaların sonuçlarını bu aziz milletin daha fazla kaldırabilmesi çok zordur. Yüksek faiz lobisi bu sistemin içinde her zaman bir “sevimsiz rolü” olan ekonomik faktör olarak vardı ama MB, döviz rezervlerimizin muazzam hızla erimesi ve milli paramızda yaşanan majör değer kayıpları için artık sürdürülebilir ve üretimi merkeze alan politikaları fiilen uygulamalıdır. Beton ekonomisi, belli zümrenin üzerinde dönen devlet ihaleleri, araç geçiş sayısı garantili yollar bu milleti maalesef gelecekte de yoracak olan büyük yatırımlardır. Yatırım ve kalkınma karşıtı gibi algılanmak kesinlikle istemem, ‘’yol medeniyettir’’ mottosu her zaman çok mühimdir lakin aynı anda birçok yerde yapılan büyük yatırımlardaki hedeflenen araç sayısı ile fiili sonuçların arasındaki makas açıldıkça bu sistemin içinde vatandaşın sırtına binen ekonomik yükler daha da ağırlaşmaktadır. Tarım ve üretime dayalı büyüme modeli ile tam liyakate dayalı devlet bürokrasi sistemine fiilen geçiş geleceğimiz için çok önemlidir. Güzel bir ay olması dileklerimle.