Türkiye’nin ihracatta sürekli ve kalıcı başarılar elde etmesi ve istenen hedeflere ulaşabilmesi için tek yol Türk markalarının uluslararası pazarda gücünü göstermesidir. Marka, ürüne kimlik kazandırma ve rakiplerinden farklılaştırma gibi klasik yararlarından öte günümüzde tek başına aktif bir değer haline gelmektedir.
Uluslararası sınırların ekonomik anlamda ortadan kalktığı, artan ticari ve finansal ilişkiler sonucunda ülkelerin birbiriyle bütünleştiği küreselleşen dünyada, ekonomik kalkınmanın ve sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin yolu, istikrarlı bir ihracat artışından geçmektedir. 1980’li yıllardan başlayarak ihracata dayalı kalkınma modelini benimseyen Türkiye ekonomisinde ihracat, ekonominin lokomotifi olarak önemli bir görevi üstlenmiştir. Türkiye’nin ihracatta sürekli ve kalıcı başarılar elde etmesi ve istenen hedeflere ulaşabilmesi için tek yol Türk markalarının uluslararası pazarda gücünü göstermesidir. Bugün ihracatta gelinen noktaya baktığımızda, belirli bir başarının elde edildiğini söyleyebiliriz, fakat Türkiye ihracatının zayıf noktalarından birisi de uluslararası pazarlarda Türk Markalarının azlığı ve olumsuz Türk Malı imajıdır. Bu durum, bir taraftan Türk firmalarının küresel ve güçlü markalara fason üretim yapmasına, diğer taraftan da uluslararası pazarlarda fiyat rekabetine girmelerine yol açmaktadır.
Türk Malı imajının oluşmaması ihracatımızın en zayıf noktalarından biri
İhracat hamlesinde büyük başarılar elde etmiş Japonya, Güney Kore, Tayvan, İsviçre, Almanya, İtalya ve ABD gibi ülkelerin başarılarının altında diğer faktörlerle beraber ihracat pazarlaması kavramını benimsemeleri yatmaktadır. İhracat pazarlaması ile başlayan süreçte bu ülkeler; Toyota, Sony, Hyundai, Nestle, Rolex, Bosch, Mercedes, BMW, Gucci, Versace, Coca-Cola, IBM gibi dünya çapında markalar inşa ederek ‘marka ihracına’ başlamışlar ve dünya pazarlarına yerleşmişlerdir. Aynı zamanda da uluslararası pazarlarda Japon Malı, Alman Malı gibi ülke imajının yerleşmesinde başrol oynamışlarıdır.
Uluslararası sınırların ekonomik anlamda ortadan kalktığı, artan ticari ve finansal ilişkiler sonucunda ülkelerin birbiriyle bütünleştiği küreselleşen dünyada, ekonomik kalkınmanın ve sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin yolu, istikrarlı bir ihracat artışından geçmektedir. 1980’li yıllardan başlayarak ihracata dayalı kalkınma modelini benimseyen Türkiye ekonomisinde ihracat, ekonominin lokomotifi olarak önemli bir görevi üstlenmiştir. Türkiye’nin ihracatta sürekli ve kalıcı başarılar elde etmesi ve istenen hedeflere ulaşabilmesi için tek yol Türk markalarının uluslararası pazarda gücünü göstermesidir. Bugün ihracatta gelinen noktaya baktığımızda, belirli bir başarının elde edildiğini söyleyebiliriz, fakat Türkiye ihracatının zayıf noktalarından birisi de uluslararası pazarlarda Türk Markalarının azlığı ve olumsuz Türk Malı imajıdır. Bu durum, bir taraftan Türk firmalarının küresel ve güçlü markalara fason üretim yapmasına, diğer taraftan da uluslararası pazarlarda fiyat rekabetine girmelerine yol açmaktadır.
Türk Malı imajının oluşmaması ihracatımızın en zayıf noktalarından biri
İhracat hamlesinde büyük başarılar elde etmiş Japonya, Güney Kore, Tayvan, İsviçre, Almanya, İtalya ve ABD gibi ülkelerin başarılarının altında diğer faktörlerle beraber ihracat pazarlaması kavramını benimsemeleri yatmaktadır. İhracat pazarlaması ile başlayan süreçte bu ülkeler; Toyota, Sony, Hyundai, Nestle, Rolex, Bosch, Mercedes, BMW, Gucci, Versace, Coca-Cola, IBM gibi dünya çapında markalar inşa ederek ‘marka ihracına’ başlamışlar ve dünya pazarlarına yerleşmişlerdir. Aynı zamanda da uluslararası pazarlarda Japon Malı, Alman Malı gibi ülke imajının yerleşmesinde başrol oynamışlarıdır.
Türkiye’nin ihracatta sürekli ve kalıcı başarılar elde etmesi ve istenen hedeflere ulaşabilmesi için ihracat pazarlamasını benimsenmesinden başka çözüm yolu bulunmamaktadır. Çünkü ihracatımızın zayıf noktalarından birisini uluslararası pazarlarda markalarımızın ve olumlu bir ‘Türk Malı’ imajının olmaması oluşturmaktadır. İhracat pazarlaması çerçevesinde, firmalarımız uluslararası pazarları da düşünmeli, bu pazarlardaki tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarına göre ürün üretmeli, kendi markası ile bu ürünleri ihraç etmeli, Türk Malı imajının yerleşmesini sağlamalı ve müşteri memnuniyeti sağlayarak uzun dönemde karlılığı hedeflemelidirler.
Bir ülke sahip olduğu güçlü markalar kadar zengindir
Günümüzde çok sayıda ve birbirinin benzeri ürün bulunmaktadır. Bunun yanı sıra tüketicilerde yoğun bir bilgi bombalanmasına maruz kalmaktadırlar. Son 20 yıldır teknolojinin hızla gelişmesi, yaygınlaşması, ürünlerin özelliklerini ve kalitelerini standartlaştırırken, ürünlerin üstünlüklere dayalı olarak pazarlanması yöntemi de geçerliliğini kaybetmeye başladı. Çünkü belirli üstünlükleri olan bir ürün pazara sunulduğunda, bu üstünlüğünü uzun süre devam ettirmesi mümkün olmamaktadır. Rakipler benzer ürünlerle, hatta daha iyi ürünlerle pazara girmektedirler. Teknolojinin hızla gelişmesi ve yaygınlaşması, ürünlerin birbirine oldukça benzer olması ve ürünlerin hayatlarının kısalması sonucu rekabet gücünü belirleyecek tek silah marka kalmaktadır. Günümüzde marka artık bir değerler kümesini ifade etmektedir. Bu değerler kümesi ürünün sağladığı fonksiyonel ve sembolik değerlerden oluşmaktadır. Burada ürün ve marka ayrımından söz etmek gerekir. Bir firma ‘ürün’ üretirken, tüketici ‘marka’ satın alır. Her markanın içinde bir ürün vardır, ama her ürün bir marka değildir. Bunun firma açısından anlamı, müşteri sadakati olarak tanımlanırken, tüketici açısından bakıldığında aynı durum marka bağımlılığı olarak ifade edilebilir.
Bir ülke sahip olduğu güçlü markalar kadar zengindir
Günümüzde çok sayıda ve birbirinin benzeri ürün bulunmaktadır. Bunun yanı sıra tüketicilerde yoğun bir bilgi bombalanmasına maruz kalmaktadırlar. Son 20 yıldır teknolojinin hızla gelişmesi, yaygınlaşması, ürünlerin özelliklerini ve kalitelerini standartlaştırırken, ürünlerin üstünlüklere dayalı olarak pazarlanması yöntemi de geçerliliğini kaybetmeye başladı. Çünkü belirli üstünlükleri olan bir ürün pazara sunulduğunda, bu üstünlüğünü uzun süre devam ettirmesi mümkün olmamaktadır. Rakipler benzer ürünlerle, hatta daha iyi ürünlerle pazara girmektedirler. Teknolojinin hızla gelişmesi ve yaygınlaşması, ürünlerin birbirine oldukça benzer olması ve ürünlerin hayatlarının kısalması sonucu rekabet gücünü belirleyecek tek silah marka kalmaktadır. Günümüzde marka artık bir değerler kümesini ifade etmektedir. Bu değerler kümesi ürünün sağladığı fonksiyonel ve sembolik değerlerden oluşmaktadır. Burada ürün ve marka ayrımından söz etmek gerekir. Bir firma ‘ürün’ üretirken, tüketici ‘marka’ satın alır. Her markanın içinde bir ürün vardır, ama her ürün bir marka değildir. Bunun firma açısından anlamı, müşteri sadakati olarak tanımlanırken, tüketici açısından bakıldığında aynı durum marka bağımlılığı olarak ifade edilebilir.
Marka, ürüne kimlik kazandırma ve rakiplerinden farklılaştırma gibi klasik yararlarından öte günümüzde tek başına aktif bir değer haline gelmektedir. Bundan dolayı firmalar için güçlü bir markaya sahip olmak en önemli amaç haline gelmektedir. Diğer taraftan bir ülke sahip olduğu güçlü markalar kadar zengindir. Diğer bir ifadeyle güçlü markaları olan ülkede üretim, istihdam, ihracat ve milli gelirin artması vardır. Görüldüğü gibi marka hem firma hem de ülke açısından önemlidir.
Markalaşma süreci çoğu zaman uzun ve yorucu olabilir. Marka oluşturmada firma tepe yönetimi, marka yöneticileri, reklam veya marka danışmanlık ajansları ya da bir marka komisyonu görev almalıdır. Bir marka stratejisi, yalnızca marka oluşturmasından ibaret değildir. Markanın tanıtılması, geliştirilmesi ve yerleştirilmesini kapsayan karışık bir süreçtir. Bundan dolayı bir ajansla ve danışmanla çalışmak en uygun olanıdır.
Hepimiz bürgün Türk malının ve Türk markalarının hak ettiği değere kavuşacağına inanıyoruz.