2011 yılı Türkiye için çok iyi başladı. Yılın ilk 3 çeyreğinde 9.6’lık bir büyümeyle dünya şampiyonu oldu. Kalkınmakta olan ülkeler arasında da Türkiye, en fazla büyüme göstererek birinci sıraya yerleşmiştir. Dünya çapında genel olarak bakarsak; 2008 yılında, bankacılık sektöründe yaşanan finans krizinin artçıları, 2011 yılında tekrar kendini göstermeye başladı. Bu kriz, daha çok Amerika ve AB ülkelerinde etkili oldu. Amerika kararlı duruşu, siyasi istikrarı ve güçlü merkez bankası sayesinde, bütçe açığı fazla olmasına rağmen, krizi iyi yönetti. Avrupa Birliği’nde ise problemlere karşı üretilen geçici çözümler, durumu kronik bir hale sokarak krizi derinleştirdi. Euro’nun altındaki finans birliğinde mantalite uyumsuzluğu, verimlilik farklılığı ve 27 ülkenin farklı siyasi dinamikleri, krizin çözümünü zorlaştırdı. Sonuç olarak, yapılan girişimler finans piyasalarını ikna edemez hale geldi. Kriz, ülkelerin bütçe açığı problemini ortaya çıkardı.
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE DURUM FARKLI
Avro’ya bağımlı olmayan ülkelerde kriz ortaya çıktığında paralar değer kaybeder, kemer sıkma politikasını uygular, halk bu şekilde fakirliğe alışır, neticede ülke toparlanır büyür. Avrupa Birliği’nde ise durum farklı: Avro’ya bağlı, verimliliği düşük güney ülkelerinin paralarının değer kaybetmesi gibi bir durum olmadığı için, kriz çözülmez hale geliyor. Yunanistan’ın %140’ları bulan, İtalya’nın ise % 125 civarında dış borç sıkıntıları var.
İspanya nispeten biraz daha az borçlu, ama özellikle inşaat sektörüne bağlı olarak bankaların kaybettiği paralar yüzünden, ciddi risk ve durgunluk yaşayan bir ülke haline geldi. Tabi bu ülkelerde, Avro Birliği’ne girildikten sonra masraflar ve ücretler artıp ülke pahalanırken, verimlilikte Almanya, Hollanda veya İskandinav ülkeleri gibi gelişme olmadı. Kuzeydeki ülkeler verimliliklerini artırdıkları için artan ücretlerin karşılığını ihracatla veya üretimle dengeliyorlardı. Dolayısıyla güneydeki ülkeler bu sisteme ayak uyduramayınca fazla borç alarak, bu durumu idare etmeye çalıştılar. Geçtiğimiz aylarda başlayan kriz ve sonrasında dünyayı abluka altına alan, devletlerin borç krizi, güney ülkelerini zor duruma soktu. Bütçe krizinin yaşandığı ülkelerle birlikte; Fransa, Almanya gibi, borcu veren bankaların da bulunduğu ülkeler de risk altına girdi. Eğer bu ülkeler iflas ettirilirse veya Avro’dan çıkarılırsa bütün bankalar sarsılacak ve dünya yeni bir mali krize sürüklenecek. Bu sebeple, yaşanan kriz öncelikle Avrupalılar olmak üzere Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkeler ve tüm dünya için çok önemli. Avrupa’nın resesyona girmesi dünyanın en büyük pazarı olduğu için, Çin de dahil tüm dünyayı etkileyecek. Zaten Almanya dışında, bu ülkelerin hiçbiri 2008 krizinden sonra ciddi bir büyüme elde edememişlerdi.
SORUNUN TEMELİNE İNMEK LAZIM
Güneydeki ülkelerin, zaten zayıf olan ekonomileriyle böyle bir krizi daha atlatmaları mümkün değil. Dolayısıyla eninde sonunda bu krizin çözülmesi için kısa vadeli tedavileri bırakıp sorunun temeline inmek lazım. Temeli de; farklı verimlilikleri, farklı finans politikaları olan ülkelerin, aynı para birimi altında yaşamalarının mümkün olmadığı gerçeğidir. Verimliliği, teknolojik yapısı, ekonomik büyüklüğü ve halk mantalitesi uygun olan güney ülkelerinin daha küçük bir Avro Birliği altında toplanması köklü bir çözüm yaratacak. Ancak bu koşullarda kemer sıkarak rekabet gücü kazanıp büyüyebilirler. Aksi halde ne kadar kemer sıkarlarsa sıksınlar, bir şekilde ekonomi küçülüyor ve borçları ödemek iyice imkansız hale geliyor. Bütçe açıkları artıyor.Kuzey ülkeleri, para vermeyi devam ettirdikçe bu açık daha da büyüyecek ve kendi mali yapıları da bozulacak. Neticede şu an Almanya ve Fransa’nın da reytingleri düşmeye başladı. Güneydeki ülkeleri korumak için ayrılan büyük fonları, Alman bütçesi karşılayamayacak ve oralarda da siyasi ayaklanmalar başlayacak. Merkel’in “Demir Lady” duruşunun altında, Alman toplumunun yaşadığı korku yatıyor. Böyle giderse; 2012 yılında Avrupa’yı hem ekonomik hem de siyasi açıdan sıkıntılı günler bekliyor.En büyük pazarımız olan Avrupa’daki bu karışıklık elbette bizi etkileyecek. Türkiye’nin iç piyasasını körükleyen esas etken, tüketici kredileri. Türkiye’nin tasarrufu olmadığı için kaynak bulmada Avrupa bankaları kullanılıyor. Avrupa’daki kriz kaynak aktarımı konusunda sıkıntılara yok açacak ve bu bize yüksek faiz olarak yansıyacak. Sonuç olarak tüketici kredisi kullanılan sektörlerde daralma olacak. Diğer taraftan ihracatımızın % 50’si Avrupa’ya olduğu için, burada da bir daralma söz konusu olacak. Ama ben burada bir fırsat görüyorum. Turizmde -rakiplerimiz olan güney ülkelerindeki karışıklıklar yüzünden- fiyat avantajımız olacak. Türk Lirası değer kaybettiği sürece, avantaj devam edecek. Deneyimli bir hükümetimiz, başarılı ve uzman bakanlarımız, hızlı reaksiyon veren bir merkez bankamız var. 2012 yılı Türkiye için avantajlı bir yıl olacak.