BUGÜN ÇATIŞMA DEĞİL UZLAŞMA ZAMANI
AK Partili ve cemaat mensubu kardeşlerimize şu soruyu sormak istiyorum: Türkiye mi önemlidir, yoksa Erdoğan mı? Türkiye mi önemlidir, yoksa Fethullah Gülen mi? En fanatik taraftarlar bile bu soruya Türkiye cevabını vereceklerdir. Cemaatin desteği ile askeri vesayeti yıkan demokrasi kahramanı Erdoğan ile AK Parti iktidarında uluslararası bir sivil toplum ve ekonomik güce ulaşan Gülen Hareketi, çatışma değil büyük Türkiye hedefi için uzlaşmak zorundadır. Türkiye’ye zarar veren bu çatışmayı sona erdirmek için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e büyük görev düşüyor.
Tercüman gazetesinde 1979 Ocak ayında başladığım meslek hayatımda 35. yıla girdim. Bu 35 yılda eğitim, belediye, ekonomi ve siyaset muhabirliğinin yanı sıra gazete ve TV’lerde yöneticilik ve yazarlık yaptım. 17 yıldır arkadaşlarımla kurduğumuz yapım şirketiyle TV’lerde ekonomi programları hazırlıyor ve Ekovitrin dergisini yayınlıyoruz. Hem gazeteciyiz hem de girişimciyiz. Son 35 yılda Türkiye iki lider gördü. ÖZAL ve ERDOĞAN. Özal, 1980’li yıllara, Erdoğan ise 2000’li yıllara damgasını vurdu. Her ikisi de muhafazakar-dindar liderler olan Özal ve Erdoğan, milletimiz tarafından çok sevildi. Türkiye’ye çağ atlatan Özal’ın kurduğu ANAP, iki genel bir yerel seçimi kazandıktan sonra yolsuzluklar sebebiyle hızla eridi ve tarihe karıştı. 2002 yılı kasım ayında yapılan seçimlerde halk yolsuzluklardan bıktığı için ANAP, DYP ve diğerlerini sandığa gömerek yüzde 35 ile yasaklı lider Erdoğan’ın partisine tek başına iktidar yolunu açtı. 2003 Mart ayında Siirt’te yapılan ara seçimle parlamentoya giren Erdoğan, 11 yıl aralıksız başbakanlık yaptığı dönemde beş seçim ve iki referandumdan başarıyla çıkarak cumhuriyet tarihinde hiçbir lidere nasip olmayan bir rekora imza attı. Erdoğan, darbe girişimleriyle engellenmek istense de ilk beş yılda çok başarılıydı. Çankaya’da Ahmet Necdet Sezer olduğu için iktidar attığı her adıma çok dikkat ediyordu. Beş yılı hatasız tamamladı. AK Parti ve Erdoğan 2007 seçimlerinde oylarını yüzde 46’ya yükseltti. 2007-2011 yılları arasında ise Çankaya’da Gül gibi bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen dünyayı sarsan ekonomik kriz sebebiyle ilk döneme göre bir performans düşüşü yaşandı. Ne var ki, 2010 yılında yapılan Anayasa Referandumu’nda özellikle cemaatin de müthiş desteğiyle Erdoğan, yüzde 58 evet oyuna ulaştı. Böylece referandum rüzgarıyla girdiği 2011 seçimlerinde yüzde 50 gibi bir oy oranıyla iktidarının gücünü zirveye taşıdı. 2011-2014 yılları arasında Erdoğan’ın ‘ustalık dönemi’ dediği son üç yılda başbakanın yorulduğunu açıkça görüyoruz. Yüzde 50 oyun verdiği aşırı özgüven ile Erdoğan daha başına buyruk kararlar alır hale geldi. İşte bu kontrolsüz güç Erdoğan’a yaramadı. Hatta merhametli, sempatik ve halkın sevgilisi lider gitti, otoriter bir lider geldi.
AK Partili ve cemaat mensubu kardeşlerimize şu soruyu sormak istiyorum: Türkiye mi önemlidir, yoksa Erdoğan mı? Türkiye mi önemlidir, yoksa Fethullah Gülen mi? En fanatik taraftarlar bile bu soruya Türkiye cevabını vereceklerdir. Cemaatin desteği ile askeri vesayeti yıkan demokrasi kahramanı Erdoğan ile AK Parti iktidarında uluslararası bir sivil toplum ve ekonomik güce ulaşan Gülen Hareketi, çatışma değil büyük Türkiye hedefi için uzlaşmak zorundadır. Türkiye’ye zarar veren bu çatışmayı sona erdirmek için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e büyük görev düşüyor.
Tercüman gazetesinde 1979 Ocak ayında başladığım meslek hayatımda 35. yıla girdim. Bu 35 yılda eğitim, belediye, ekonomi ve siyaset muhabirliğinin yanı sıra gazete ve TV’lerde yöneticilik ve yazarlık yaptım. 17 yıldır arkadaşlarımla kurduğumuz yapım şirketiyle TV’lerde ekonomi programları hazırlıyor ve Ekovitrin dergisini yayınlıyoruz. Hem gazeteciyiz hem de girişimciyiz. Son 35 yılda Türkiye iki lider gördü. ÖZAL ve ERDOĞAN. Özal, 1980’li yıllara, Erdoğan ise 2000’li yıllara damgasını vurdu. Her ikisi de muhafazakar-dindar liderler olan Özal ve Erdoğan, milletimiz tarafından çok sevildi. Türkiye’ye çağ atlatan Özal’ın kurduğu ANAP, iki genel bir yerel seçimi kazandıktan sonra yolsuzluklar sebebiyle hızla eridi ve tarihe karıştı. 2002 yılı kasım ayında yapılan seçimlerde halk yolsuzluklardan bıktığı için ANAP, DYP ve diğerlerini sandığa gömerek yüzde 35 ile yasaklı lider Erdoğan’ın partisine tek başına iktidar yolunu açtı. 2003 Mart ayında Siirt’te yapılan ara seçimle parlamentoya giren Erdoğan, 11 yıl aralıksız başbakanlık yaptığı dönemde beş seçim ve iki referandumdan başarıyla çıkarak cumhuriyet tarihinde hiçbir lidere nasip olmayan bir rekora imza attı. Erdoğan, darbe girişimleriyle engellenmek istense de ilk beş yılda çok başarılıydı. Çankaya’da Ahmet Necdet Sezer olduğu için iktidar attığı her adıma çok dikkat ediyordu. Beş yılı hatasız tamamladı. AK Parti ve Erdoğan 2007 seçimlerinde oylarını yüzde 46’ya yükseltti. 2007-2011 yılları arasında ise Çankaya’da Gül gibi bir cumhurbaşkanı olmasına rağmen dünyayı sarsan ekonomik kriz sebebiyle ilk döneme göre bir performans düşüşü yaşandı. Ne var ki, 2010 yılında yapılan Anayasa Referandumu’nda özellikle cemaatin de müthiş desteğiyle Erdoğan, yüzde 58 evet oyuna ulaştı. Böylece referandum rüzgarıyla girdiği 2011 seçimlerinde yüzde 50 gibi bir oy oranıyla iktidarının gücünü zirveye taşıdı. 2011-2014 yılları arasında Erdoğan’ın ‘ustalık dönemi’ dediği son üç yılda başbakanın yorulduğunu açıkça görüyoruz. Yüzde 50 oyun verdiği aşırı özgüven ile Erdoğan daha başına buyruk kararlar alır hale geldi. İşte bu kontrolsüz güç Erdoğan’a yaramadı. Hatta merhametli, sempatik ve halkın sevgilisi lider gitti, otoriter bir lider geldi.
2013, CUMHURİYET TARİHİNİN EN ÖNEMLİ YILI OLDU
2013 Mayıs ayında cumhuriyet tarihinin en iki büyük ihalesini (3. Havalimanı ve nükleer santral) gerçekleştiren Erdoğan’ın iktidarı Gezi Parkı olaylarıyla sarsıldı. Başta masum çevreci tepki olarak hoşgörüyle karşılanan Gezi Parkı olayları, marjinal sol grupların inisiyatifine geçince millet Erdoğan’a desteğini dev mitinglerle ortaya koydu. 2013 yılı her bakımdan cumhuriyet döneminin en önemli yıllarından biri olarak tarihe geçecek. AK Parti, kuruluş yıllarında yoksulluk-yolsuzluk ve yasaklara karşı mücadele ederek halkın sevgisine mazhar oldu. Şimdi ise aradan 11 yıl geçtikten sonra yolsuzluk iddiaları ve soruşturmaları AK Parti iktidarını zor durumda bıraktı. Erdoğan, dört bakanı yolsuzluk iddiaları sebebiyle istifa etmek zorunda kalan bir başbakan durumuna düşüverdi. Erdoğan, Gezi Parkı olaylarında soldan gelen darbe girişimlerini savuşturdu, ama bu defa yolsuzluk iddialarıyla sağdan gelen yani geçmişte birlikte hareket ettiği cemaatten gelen darbelerle sarsıldı. Erdoğan, dershaneleri kapatma kararıyla karşısına aldığı cemaati devlet içinde paralel yapı kurmakla suçlayarak tasfiye hareketini başlattı. Cemaat ise Erdoğan’a, devlet içine yerleştirdiği savcı ve polislerin açtığı yolsuzluk soruşturmasıyla karşılık verdi. Sonuçta her iki taraf; iktidar ve cemaat bu işten kazançlı değil, bilakis zararlı çıktılar. On bakanı değişen hükümet bile toplumda olumlu bir heyecan dalgası yaratmadı. Şöyle bir düşünelim, bir yanda “İnlerine gireceğiz” diye bağıran bir başbakan, diğer yanda dinleyince insanı ürperten beddualar eden bir din alimi. Bu görüntüler ne Erdoğan’a ne de Fethullah Gülen hoca efendiye hiç ama hiç yakışmadı.
TÜRKİYE’YE ZARAR VEREN ÇATIŞMA ORTAMI SONA ERMELİ
Başbakan Erdoğan, PKK ve Öcalan’a gösterdiği hoşgörüyü cemaatten esirgerken, Gülen ise 28 Şubat’ın generallerine gösterdiği anlayışı Erdoğan’a nasıl göstermez? Bu nasıl bir imtihandır ki biri siyasi alanda diğeri eğitim alanında Türkiye’nin medar-ı iftiharı olan iki öncü insan aynı fikir ve düşünce yapısına sahip oldukları halde birbirlerine düşman kesildiler. Bu işte büyük bir yanlışlık olmadığını kim söyleyebilir?
Şahsen AK Parti’ye beş kez oy verdim. İki referandumda da destekledim. Öte yandan çocuklarım cemaatin dershanelerinin ve fedakar öğretmenlerinin desteğiyle Türkiye’nin en iyi okullarını kazandılar. İktidarla veya cemaatle hiçbir çıkara dayalı ilişkim de olmadı. Dolayısıyla ben her iki tarafın da sempatizanıyım ve bir vatandaş olarak iktidar-cemaat kavgasını kesinlikle onaylamıyorum. Milliyetçi-muhafazakar bir Türk insanı olarak Sayın Erdoğan’a ve Sayın Gülen’e naçizane sağ duyu çağrısında bulunuyorum ve “DURUN, SİZ KARDEŞSİNİZ” diye sesleniyorum. AK Partili ve cemaat mensubu kardeşlerimize şu soruyu sormak istiyorum: Türkiye mi önemlidir, yoksa Erdoğan mı? Türkiye mi önemlidir, yoksa Fethullah Gülen mi? En fanatik taraftarlar bile bu soruya Türkiye cevabını vereceklerdir. Cemaatin desteği ile askeri vesayeti yıkan demokrasi kahramanı Erdoğan ile AK Parti iktidarında uluslararası bir sivil toplum ve ekonomik güce ulaşan Gülen Hareketi, çatışma değil büyük Türkiye hedefi için uzlaşmak zorundadır. Türkiye’ye zarar veren bu çatışmayı sona erdirmek için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e büyük görev düşüyor. Abdullah Gül, bu görevden kaçamaz. Kaçarsa o da büyük vebal altında kalır. Başbakan Erdoğan’ın son olaylardan gerekli dersleri çıkartacağını umuyor ve bekliyoruz. Nitekim istifalar ve hükümetteki değişiklikler bu görüşümüzü destekliyor. Türkiye’ye 11 yıl canla başla yorulmadan hizmet eden Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanı olmayı hak ediyor. 2013 yılı geride kaldı. 2014 yılı yeniden büyük Türkiye için el ele verme yılı olmalıdır.
Başbakan Erdoğan, PKK ve Öcalan’a gösterdiği hoşgörüyü cemaatten esirgerken, Gülen ise 28 Şubat’ın generallerine gösterdiği anlayışı Erdoğan’a nasıl göstermez? Bu nasıl bir imtihandır ki biri siyasi alanda diğeri eğitim alanında Türkiye’nin medar-ı iftiharı olan iki öncü insan aynı fikir ve düşünce yapısına sahip oldukları halde birbirlerine düşman kesildiler. Bu işte büyük bir yanlışlık olmadığını kim söyleyebilir?
Şahsen AK Parti’ye beş kez oy verdim. İki referandumda da destekledim. Öte yandan çocuklarım cemaatin dershanelerinin ve fedakar öğretmenlerinin desteğiyle Türkiye’nin en iyi okullarını kazandılar. İktidarla veya cemaatle hiçbir çıkara dayalı ilişkim de olmadı. Dolayısıyla ben her iki tarafın da sempatizanıyım ve bir vatandaş olarak iktidar-cemaat kavgasını kesinlikle onaylamıyorum. Milliyetçi-muhafazakar bir Türk insanı olarak Sayın Erdoğan’a ve Sayın Gülen’e naçizane sağ duyu çağrısında bulunuyorum ve “DURUN, SİZ KARDEŞSİNİZ” diye sesleniyorum. AK Partili ve cemaat mensubu kardeşlerimize şu soruyu sormak istiyorum: Türkiye mi önemlidir, yoksa Erdoğan mı? Türkiye mi önemlidir, yoksa Fethullah Gülen mi? En fanatik taraftarlar bile bu soruya Türkiye cevabını vereceklerdir. Cemaatin desteği ile askeri vesayeti yıkan demokrasi kahramanı Erdoğan ile AK Parti iktidarında uluslararası bir sivil toplum ve ekonomik güce ulaşan Gülen Hareketi, çatışma değil büyük Türkiye hedefi için uzlaşmak zorundadır. Türkiye’ye zarar veren bu çatışmayı sona erdirmek için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e büyük görev düşüyor. Abdullah Gül, bu görevden kaçamaz. Kaçarsa o da büyük vebal altında kalır. Başbakan Erdoğan’ın son olaylardan gerekli dersleri çıkartacağını umuyor ve bekliyoruz. Nitekim istifalar ve hükümetteki değişiklikler bu görüşümüzü destekliyor. Türkiye’ye 11 yıl canla başla yorulmadan hizmet eden Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanı olmayı hak ediyor. 2013 yılı geride kaldı. 2014 yılı yeniden büyük Türkiye için el ele verme yılı olmalıdır.