Başkan'a göre büyük ekonomiler finansal krizden kurtulmak için çabalar ve savaşırken, daha küçük ekonomiler kenardan ve kurban statüsünde seyretmekteler. ABD'nin FED, AB'nin Avrupa Merkez Bankası ve İngiltere'nin Bank of England kurumları durgunluğa karşı çok düşük faiz düzeyleri ve aşırı doz likidite üretti.
Bu durumda para sahipleri ve yatırımcılar tabii ki ortalığa dökülüp daha yüksek getiri arayışı içine girmekteler. Daha yüksek nominal getiri de gelişen ekonomilerde mevcut. Bu durumda da sermaye hareketleri gündeme geliyor. Sermaye hareketleri makul düzeyde iken ülkeye ek dış tasarruf transfer ederek büyümenin finansmanına yardım ederler. Ancak iyi bir şeyin fazlası da fazladır. Bu nedenle gelişmiş ülkeler yarattıkları likiditenin gelişen ülkeler ne etki ettiğini de göz önüne almak zorundalar. Bu aşırı doz sermaye hareketi dalgası gelişen ülkelerde döviz kurları, emtia fiyatları ve makroekonomik politikaları dengeden uzaklaştırmakta. Gelişen ülke döviz piyasaları göreli olarak küçük oldukları için sonuç yerel paraların değerlenmesi olmakta ve bu da gelişen ülke sanayi sektörünün rekabet gücünü ortadan kaldırmakta. Güney Afrika döviz piyasası bu yazılanlar için iyi bir örnek. Giren sermaye miktarına oranla piyasa çok küçük kaldığı için döviz kuru hem yukarı hem de aşağıya doğru aşırı oynaklık sergilemek zorunda kalıyor.
Finansal krizin ilk döneminde G.Afrika parası değer kaybetmişti. 2009 ve 2010 yıllarında ise borsa ve kamu kağıdı piyasasına giren dış sermaye nedeniyle değerini toparladı. Ama bizim küçük ülkemiz büyük volatilite yaratan giriş çıkışlara dayanamaz.
Bu durumda biz ne yapabiliriz?
Tabii bir opsiyonumuz doğrudan müdahaledir. Ancak temel politika ilkemiz kurlara direkt müdahale etmemektir. Yani bir kur düzeyini savunmaya çalışmıyoruz. Bu durumda 2005 yılında 20 milyar dolar olan döviz rezervimizi döviz satın alarak 2012 yılında 50 milyar dolara çıkardık. Bu hamlemize rağmen paramız rand son derece dalgalı kalmaya devam etti. Bizim piyasamızda günlük ortalama döviz hareketi 16 milyar dolara çıkınca, döviz kurunun dalgalanmasına direnmek de oldukça pahalı hale geliyor.
Paramızın değerinin artmasına karşı faiz hadlerini düşürmek de bir opsiyon. Ama eğer ülke enflasyon hedefinin üst limitinde ise bu da bir alternatif değil.
Böyle durumlarda örneğin Brezilya sermaye hareketlerine kontrol mekanizmasını devreye sokmakta. Bu önlemin ne derece etki ettiği ve başarılı olduğu konusunda bir konsensus yok.
Diğer taraftan sizin paranız ile ilgili döviz hareketleri ülke dışında da olabiliyor. 2010 yılında BIS tarafından yapılan bir incelemede döviz işlemlerinin yüzde 60 kadarının ülke dışında off shore bölgelerde yapılmakta olduğu tespit edilmiş.
Bir diğer sorun da, siz sıcak para tipi girişleri engellemeye çalıştığınız zaman ülkenize faydalı olabilecek daha uzun vadeli dış tasarruf girişlerin de küçülüyor olması.
Tabii gelişmiş ülkeler para basıp faiz düşürmese dünya çok daha kötü bir durumda olurdu. Ama durumun yarattığı yük eşit dağılmıyor. Kurları serbest hareket etmeye bırakmak bir emniyet yastığı oluştursa da küçük ama döviz piyasası da gelişmiş ve dışa açık gelişen ülkeler gelişmiş ekonomilerden taşan likiditenin yarattığı sorunları daha ağır şekilde yaşamaktalar.
Bazıları çözümü para hareketlerini sınırlamak ve kontrolları artırmak olarak görseler de, durum biraz abartılırsa da kur savaşları ortaya çıkabiliyor. Bu tür kur savaşları global ekonomiye hizmet etmiyor. Ama dünyanın nasıl daha dengeli bir ekonomik duruma geleceği tartışması da gelişen ekonomilere etkileri ve gelişenlerin ıstıraplarını göz önüne almayan tekliflerle dolu. Büyük ekonomiler ekonomik politika tercihlerinin, daha küçük ekonomilere olan etkilerini göz önüne almak zorundalar.
Şimdi Türkiye'ye dönelim. Merkez Bankası'nın 2010 yılı kasım ayından bu yana içinde olduğu çabayı anlamayan veya anlamaya çalışmayanlar belki G.Afrika Merkez Bankası Başkanı'nın anlattıklarından bazı şeyler öğrenebilirler. Batık ve kurtarılma sürecindeki Royal Bank of Scotland'dan sürekli faiz artırın diye baskı yapan Tim Ash de öğrenebilir.