Birbiri ardına açıklanan ekonomik önlemler paketinde Hazine tarafından Gelire Endeksli Senetler (GES) ihracı, BDDK kararıyla yabancı yatırımcıya tahsisli swap olanağı tanınması, tüketici kredisine vade sınırı getirilmesi, kredi kartlarında aylık asgari ödeme tutarlarının artırılması, ticari kredilerde zorunlu karşılık oranlarının yükseltilmesi gibi uygulamalar bulunuyor. Altınbaş Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi ve Ekonomist Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, açıklanan kararları değerlendirdi. Bunlardan yabancıya swap olanağı döviz girişini teşvik edici, diğerleri sıkılaşma yönünde adımlarla enflasyonu dizginleyici özellikler taşıdığını dile getirdi. Faizleri artırarak para politikası yoluyla talebi kısmaktan kaçınan ekonomi yönetiminin ‘makro ihtiyati’ önlemlere başvurarak süreci yönetmeye çalışacağına değindi. Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, bu politika demetinin, dövizin yeniden yükselişe geçtiği, CDS yani ülkenin risk priminin 800’ü geçip en son 799’da seyrettiği, Türkiye’nin 5 yıl vadeli euro tahvilinin yüzde 10.78’e yükseldiği kritik bir evrede uygulamaya sokulduğunu belirtti. Genel olarak “makro ihtiyati” adımlarla ekonomideki tufanın dindirilmeye çalışıldığını ifade etti. Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Para politikası araçlarına başvurmadan, özellikle Merkez Bankası politika faizini artırmadan finansal piyasaları yatıştırmak pek olanaklı görünmüyor. Temmuz ayında kamudaki ücret ayarlamalarının enflasyonun gerisinde kalması özel sektör için de sinyal niteliği taşıyacak, ücretli kesimin satın alma gücündeki zayıflamanın kalıcılaşmasına yol açacak. Yüksek ücret artışları ise, enflasyon beklentilerini daha da yukarı çekecek.”
“STAGFLASYON SÜRECİ BAŞLAYABİLİR”
Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati, ‘Enflasyonla büyümeyi tercih ettik, yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik’ şeklinde bir açıklama yapsa da geçtiğimiz hafta alınan önlemler talebi kısmaya, dolayısıyla enflasyonun hızını kesmeye yönelik görünüyor. Çünkü belli bir noktadan sonra enflasyonun halkın ve şirketlerin satın alma gücünü erozyona uğratacağı, böylelikle ekonomik durgunluk ve enflasyonun bir arada yaşanacağı ‘stagflasyon’ sürecinin başlayabileceği düşünülmeli” dedi. Öncelikle üzerinde çok konuşulan GES’lerle ilgili konuşan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, GES uygulamasının ilk olarak 80’li yıllarda köprü, yol gibi kamuya ait altyapı tesislerinin gelirlerini güvence göstererek Hazine’nin yurttaşlardan borçlanması örneğine, o dönemin ‘Gelir Ortaklığı Senedine’ benzediğini ifade etti. Bu kez de Kamu İktisadi Teşebbüslerinin gelirine endeksli, ilk örneği Devlet Hava Meydanları İşletmeleri (DHMİ) ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün (KEGM) bütçeye aktarılan gelirlerine dayalı bono ihracıyla gündeme gelen bir finansal enstrüman söz konusu olduğunu belirtti. Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “İlk ihracı gerçekleşecek senedin vadesi 6 ay, 3’er aylık yüzde 5.32’lik bir getiri oranı sunuyor. Bu getiri bileşik faiz üzerinden yüzde 23.04’lük bir orana denk düşüyor. Mayıs enflasyonunun yüzde 73.5 açıklandığını ve yaşanan belirsizlik ortamını göz önüne alırsak bu çok cazip bir getiri izlenimi vermiyor. 10 Mayıs’ta 15.08 liradan işlem gören doların 10 Haziran’da yüzde 14 yükselişle 17.20 liraya sıçradığını hatırlarsak, dövize yönelişi caydıracak bir getiri vaat ettiğini de söyleyemeyiz” değerlendirmesini yaptı.
“ENFLASYONUN GEVŞETİCİ BİR ETKİ YAPMASI UMULUYOR”
Ekonomi yönetiminin GES’ten beklentilerine de değinen Prof. Dr. Kozanoğlu, bu senetlerin sadece gerçek kişilere ihraç edileceğini belirtti. Söz konusu enstrümana yönelecek tasarrufların bankalardaki mevduat hesaplarından bozulacağını öngören Prof. Dr. Kozanoğlu, “Diyelim ki GES’e 50 milyar liralık bir teklif geldi, piyasadan bu miktarda bir likidite çekilmiş olacak. Bunun bankacılık sistemindeki tutarı kadar banka bilançoları, dolayısıyla krediler daralacak. Böylelikle bu paranın mal ve hizmetlere talep yaratması veya dövize yönelmesi engellenmiş olacak. Anlaşılan, sonunda enflasyonun gevşetici bir etki yapması umuluyor” açıklamasını yaptı.
“KREDİ TALEBİNİ KISMAK, SOSYAL SONUÇLAR DOĞURABİLİR”
Kredilerdeki genişlemeyi yavaşlatma amaçlı bir adım da 100 bin liranın üzerindeki bireysel kredilerin geri ödeme süresini 12 aya, 50 bin lira ile 100 bin lira arasındakilerin ödeme süresini 24 aya çıkarma yönünde atıldığını söyleyen Prof. Dr. Kozanoğlu, Tüketici kredilerindeki Banka Sigorta Muameleleri Vergisinin (BSMV) yüzde 5’ten yüzde 10’a çıkarılmasının da bu kredilerin maliyetini artırmak için devreye sokulan diğer bir karar olduğuna dikkat çekti. Tüketici kredisi kullananların yüzde 70’inden fazlasının ücretli kesim olduğunu vurgulayarak, “İhtiyaç kredilerinin yaklaşık yüzde 80’inin borcu 50 bin TL’nin altında olup, ihtiyaç kredilerinin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyor. Bu kredilerin büyük ölçüde hayat pahalılığına karşı korunmak, enflasyon ortamında talebi öne çekmek amacıyla kullanıldığı tahmin edilebilir. Bu nedenlerle talebi kısayım derken sosyal sonuçlar yaratmasından, ödenmesi geciken borç miktarını artırmasından korkulur” diyerek kararın sosyal boyutunun da göz önüne alınması gerektiğini söyledi.
“ENFLASYONUN KONTROLDEN ÇIKTIĞININ FARKINDALAR”
Prof. Dr. Kozanoğlu, ayrıca ticari kredilerde yüzde 10 oranında uygulanan zorunlu karşılık oranı da yüzde 20’ye çıkarıldığını kaydetti. Böylece hem kredilerin maliyeti artırılarak cazibesinin azaltılmasının, hem de miktarının kısılmasının beklendiğini dile getirdi. Bu önlemle ekonomi yönetiminin, 2022 Nisan başında ayarlanan oranların kısa sürede yukarı çekilmesiyle bir yandan da son aylarda enflasyonun kontrolden çıkmakta olduğunun ayırtına vardıklarını gösterdiğini belirtti. Prof. Dr. Kozanoğlu, son değerlendirmelerini ise şu şekilde yaptı: “Yabancıya swap olanağının tekrar yaratılması ise, ekonomideki son düzenlemelerin dövizi rahatlatmaya yönelik ayağını oluşturuyor. 2018’den beri kademeli biçimde Londra ağırlıklı swap piyasasını boğma amaçlı adımlar nedeniyle yabancıların swap pozisyonu 4.1 milyar dolara kadar inmişti. Tahsisli swap adı verilen uygulamayla, sıcak paranın gelmesi, dövizden hisse senedi ve devlet iç borçlanma senetlerine geçişinin yolunun açılması amaçlanıyor. Açığa satış yapılmayacağı taahhüdüyle bu olanak tanınıyor. En son hisse senedinde yabancı pozisyonu 17.1 milyar dolara, DİBS’de 1.7 milyar dolara düşmüş bulunuyordu. Yabancıların DİBS’lerdeki payı 2012’deki yüzde 23.2’lik düzeyinden şimdi yüzde 1.7 düzeyine inmiş durumda. Hisse senedi piyasasında ise geçtiğimiz hafta yabancı sahiplik oranı yüzde 35 düzeylerindeydi. Böylelikle sınırlı da olsa, bir yabancı girişinin piyasaları bir miktar rahatlatması umuluyor. Ancak tahsisli olması nedeniyle, bu kısıtın yabancı yatırımcıları ne ölçüde etkileyeceğini zaman gösterecek.