İstanbul 4.nci İdare Mahkemesi, Zeytinburnu sahilinde yeralan kulelerin yıkılmasına karar verdi. Hepimizin bildiği üzere sayın Başbakan da çeşitli vesilelerle bu kulelerin İstanbul silüetine zarar verdiğini, buna üzüldüğünü hatta kuleleri yapan firmanın sahibine küstüğünü ifade etmişti. Ancak sözkonusu kuleler tamamen yasal, ruhsatlı binalar ve inşaatı da tamamlanmış durumda. Üstelik ruhsatı veren de İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Bu nedenle itiraz süreci de tamamlandığında mahkemenin kararının uygulanması ve binaların Belediye tarafından yıkılabilmesi ancak kamulaştırılması ile mümkün olabilecek.
İdare mahkemesinin kararı ile sayın Başbakanın açıklamasının zamanlamasındaki çakışmanın tesadüf olduğunu kabul etsek bile ortaya çıkan durum oldukça garip. Mahkeme, binalar yapılırken ruhsata esas alınan imar planının tarihi yarımadanın korunmasına yönelik uluslararası anlaşmalara ve bu bölgenin tarihi kimliğinin korunması amacına aykırı olduğuna hükmetmiş. Yani binalar imar planı iptali istendiği için yıkılacak. Bu durumda açıklanan hüküm kamu çıkarını korumaktan oldukça uzak, zira binalar o tarihte geçerli olan bir imar planına göre inşaa edilmiş durumda. Yıkım kararı kanuna aykırılık nedeniyle alınıyorsa ortada bir suç bulunması gerekiyor, bu durumda Büyükşehir Belediyesi için görevi ihmal veya kötüye kullanma suçlamasıyla dava açılması gerekmiyor mu? Hadi onu da geçtik, Belediye tarafından o tarihte geçerli bir plana ve ruhsata göre inşaat yapan şirket için tazminat hakkı doğmayacak mı? Kamulaştırma sözkonusu olursa bu yargı kararı sonucu kamunun kaynakları tartışmalı bir kamu menfaati gerekçesiyle boşa harcanmış olmayacak mı?
İşin diğer tarafında İstanbul'un yarısının ruhsatı yokken hayati tehlike taşıyan binaları bile yıkamayan Belediyenin şimdi nasıl ruhsatlı haldeki bu modern kuleleri yıkabileceği var. Böyle bir şey olursa İstanbul'da ilk kez bir bina göz zevkine uymadığı için yıkılmış olacak (Evet mahkemenin gerekçesi imar planının uygunsuzluğu fakat iptal davalarını neredeyse herkes açabiliyor, bu durumda siyasi iktidarın bu konudaki görüşünün dava açılmasını cesaretlendirdiğini düşünmek yanlış olmaz herhalde) Bu kadar tartışılan silüet konusu ise başlı başına bir hikaye, zira silüet baktığınız açıya göre değişiklik gösterebilir, yani komşusu olan caminin üzerine çıktığı durum yalnızca bir açıdan bakıldığında sözkonusu olmakta. Üstelik İstanbul'un artık herhangi bir noktasında sülüet endişesi güdebileceğimiz bir yapılaşma olmadığı boğaza çıkıp etrafa bakan herkesin samimiyetle kabul edebileceği bir durum diye düşünüyorum.
Tabiki bu İstanbul'da isteyen istediğini yapsın anlamına gelmemeli ama eğer silüet konusunda bir endişe varsa buna yönelik kapsamlı bir düzenleme yapıldıktan sonra idari takibinin yapılması gerekmezmiydi? Farzedelim ki firmanın sahibi sayın Başbakan'ın ricasını yerine getirip binaları traşlasaydı, kaç kat traşlanacaktı? Binanın yarısı mı? Zira bunlar birer gökdelen ve bahsedilen açıdan camiyi herşekilde bastıran yapılar. Peki bu ricanın hukuki niteliği nedir? İktidar erkini elde tutanlar bu tip ricalarla idari uygulamaları yürütebilir mi? Bir diğer açıdan bakıldığında İstanbul'da dayanak imar planları sonradan iptal edildiği halde yıkılmamış -fiili durum- oluşturmuş bir yığın bina var. Bu binalar yerinde dururken sözkonusu kulelerin suçu Başbakan'ın gözüne çarpmış olmak mı? Üstelik burada zarar görecek olan taraf yapının sahibi bile değil, halk! zira kamulaştırma bedeli veya tazminat ödenmesi sözkonusu olduğunda bu para halkın cebinden çıkacak.
Şimdi tepki uyandıran bu binaların inşaası 2 yıldan fazla sürdüğü halde kimse sahil yolundan geçmedi mi ki bu husustaki rahatsızlık binalar bittikten sonra gündeme geliyor? Geç tecelli eden bir adaletten bahsediyorsak artık bu kararın uygulanmasında kamu menfaati aramamız gerekmez mi? Yürüyen süreç normal görülüyorsa niçin Belediye bir açıklama yapmıyor? Böyle bir uygulama normal kabul edilecek olursa siyasi iktidarların beğenmediği yapıların keyfi şekilde yıkılmaları gündeme gelmez mi? Bu olayda işin ilginç yanlarından birisi de yıllardır imar haklarının kazanılmış hak olması gerektiğini ve kendi projelerinde yarı yolda imar değişiklikleri yapılmasıyla zarara uğradıklarını "haklı" olarak iddia eden GYODER ve KonutDER gibi sektör oyuncularının derneklerinin, bu olayda ruhsatlı ve inşaatı bitmiş bir bina sözkonusu iken hiç kazanılmış hak konusundan bahsetmiyor olmaları. Böyle olunca da insanın aklına bu derneklerin imar planları konusunda savundukları argümanların durumsal mı olduğu geliyor! İstanbul'da yapılaşmanın bir düzene kavuşturulması tabiki şart ancak bu hukuk sistemi çerçevesinde ve adil olmalı, aksi halde yarın iktidar erki el değiştirdiğinde başka birileri de Çamlıca tepesine inşaa edilen caminin silüeti bozduğunu iddia edebilir ve imar planının iptalini isteyebilir (bilmiyorum ama belki de istemişlerdir bile).