Değerli dostlar, meslek hayatımda 40. yılı geride bırakarak 41. yıla Bismillah dedik. İnsan ömrü çok çabuk geçip gidiyor. Bazen bir tesadüf insan hayatında unutulmaz izler bırakıyor. Hayat devam ederken her yeni gün yeni yüzler yeni imkanlar karşımıza farklı bir dünya çıkarıyor.1980’li yılların başında gazetecilik mesleğine muhabir olarak başladığımda Türkiye, dış güçlerin, daha doğrusu CIA güdümlü Gladio’nun yerli işbirlikçileri vasıtasıyla sağ-sol kavgasına çekilmiş, her gün sokaklar gençlerin birbirleriyle ölesiye vuruştuğu bir arena gibiydi. O yıllarda İstanbul, üniversite öğrencileri için cazip bir eğitim şehri değildi. Öğrencilerin barınması için öğrenci evleri ve yurtlar çok azdı. İmkânlar zayıftı. Her an sokakta bir saldırıyla karşı karşıya kalma gibi bir durum sözkonusuydu. Üniversitelere giden yollar sağ, sol gruplar tarafından kuşatılmış gibiydi.
Üniversitelerde ders değil, ideolojik faaliyetler ve yapılacak eylem türlerinin zemini hazırlanıyordu. Sokağı güvensizleştiren Gladio’nun yerli işbirlikçileri bir taraftan da ülkede darbeyi planlıyordu ve 12 Eylül’de darbe gerçekleşti. O sabahı ben de hiç unutmam. Çünkü gazeteye gitmek için evden çıktıktan kısa bir süre sonra sokak başında bir askerin tüfek dipçiğini göğsüme yiyerek yere yıkılmıştım. Ne olduğunu anlayamadan bozuk Türkçe ile askerin “Kafa kağıdını göster. Darbe oldu. Sokağa çıkmak yassah, evine dön” sözlerini hep hafızamda diri tuttum.
ABD Başkanı 12 Eylül sabahı meşhur “Bizim Çocuklar başardı” diye beyanat vermişti. Sonraki yıllar darbenin izlerini silmekle geçti. Binlerce öğrenci hapse atıldı. Yüzlercesinin hayatı çalındı. Geleceği elinden alındı. Yıllar geçti. Koalisyonlardan tek parti iktidarı dönemine girildi. Ta ki 15 Temmuz 2016’ya kadar. 15 Temmuz gecesi darbe girişimini duyduğumda hiç tereddüt etmeden sokağa ilk çıkanlardan biri oldum. Bu ülke bir daha darbelerle 20 yıl geri gitmesin, insanların hür iradelerine kelepçe vurulmasın diye… Meslek hayatıma ilk adım attığım o günden bugüne tam 40 yıl geride kaldı. Allah bize lütfetti. Kendi medya grubumuzu kurduk. Meslek hayatımda 20. yıla girdiğim yıl; Kamuran Abacıoğlu, Bilal Koçak, Seyfullah Türksoy ve Kazım Kılınç’la birlikte 5 arkadaş büyük bir heyecanla Ekovitrin Dergisi’nin ilk sayısını baskıya verdik. 2020’de Ekovitrin 20’nci yaşına girdi. Seyfullah ve Kazım’la yollarımız ayrıldı. Arkadaşlığımız, dostluğumuz devam ediyor. Onlar da güzel işler yapmaya devam ediyor. Biz üç arkadaş, üç ortak Kamuran bey, Bilal bey ve ben, Ekovitrin‘in sadece Türkiye’de değil, dünyanın 100’den fazla ülkesinde tüm dijital satış noktalarından okuyuculara ulaşması için aynı heyecanla çalışıyoruz. Ayrıca başta Azerbaycan, Romanya, Türkmenistan, Ukrayna, Bulgaristan, Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde de etkili bir şekilde okuyucularımızla ve iş dünyasıyla güzel bir aile oluşturduk. Şükürler olsun.
İnsan hayatı sürprizlerle dolu… Kimi zaman, büyük heyecan, büyük mutluluklar, kim zaman da hüzünlü günler geçiriyor. Geride bıraktığım koskoca bir 40 yıl içinde çok sevdiklerimizi, anamızı, babamızı, akrabalarımızı, çalışma arkadaşlarımızı, değer verdiğimiz birçok dostumuzu kaybettik. Ama hayat devam ediyor. Yaşıyoruz, çalışıyoruz ve ülkemiz için iyi şeyler üretmeye devam ediyoruz.
Hepimizin, hayatında tanış olduğu çok değerli insanlar oluyor. Yüzlerce, binlerce insanla tanışıyorsunuz, çay kahve içiyor, sohbet ediyor, alış veriş yapıyorsunuz. Bazılarıyla dostluğunuz, iletişiminiz sürüyor, bazılarıyla yollarınız ayrılıyor. Ama her insanın hayatında iz bırakan insanlar daima var oluyor. Üstad Necip Fazıl Kısakürek vasiyetinde diyor ki :
“Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam;
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam...”
1980’li yıllarda, Kenan Evren, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Adnan Kahveci, Vali Recep Yazıcıoğlu gibi siyasetçilerin yanında, Prof. Dr. Sebahattin Zaim, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. Ali Özek, Prof. Dr. Turan Yazgan gibi hocalar, Aydın Bolak, Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Saffet Ulusoy, Yılmaz Ulusoy, Sabri Ülker, Bülent Eczacıbaşı, Ali Dinçkök, İbrahim Bodur, Ali Çoşkun, Erol Yarar, Ömer Bolat, Jak Kamhi, Üzeyir Garih, İshak Alaton, Nihat Gökyiğit, Feyyaz Berker, Hayrettin Karaca, Emin Üstün, Sani Konukoğlu ve Abdülkadir Konukoğlu gibi birbirinden değerli, hayatlarında iz bırakmış yüzlerce iş insanıyla dostluklar, arkadaşlıklar geliştirdik. Hepsinin hayatımda unutulmaz anıları var.
Hani derler ya; üç beş iyi insan işte öyle bir şey…
Bu üç beş iyi insanlar birer birer bu dünyayı terk ediyor. Yukarıda isimlerini saydıklarım arsında hala yaşayan ve iyilik yapmaya devam edenlere Allah sağlıklı uzun ömürler versin. Bir kısmı zaten vaktinden önce bu dünyadan göçtü gitti. İyilikleri ebediyete kadar baki kalacak.
Bunlardan bir kaçı ile ilgili kısa anılarımı tazelemek istiyorum.
Adnan Kahveci… Meslek hayatımın çıraklık yıllarında tanıdım Adnan Kahveci’yi. Sadece ülkesini düşünen bir politikacıydı. Turgut Özal ona inanmış, itimat etmiş ve devlet kademesinde önemli görevler vermişti. Kahveci ile Anadolu’yu dolaşmaya başladığımız dönemde Özal’ın danışmanıydı. Sonra Maliye Bakanı oldu. Gazetecilerle sürekli ilgilenir ve “beyin fırtınası” niteliğinde 5-10 kişiyle ekip toplantıları yapardı. O dönemde ben de Türkiye Gazetesi’nde Ekonomi Şefi’ydim. En az ayda bir defa görüşürdük. Maliye Bakanı olduğu dönemde bir gün beni aradı. “Hafta sonu hazırlan, Cuma akşamı Ankara’ya gel. Birlikte Samsun’dan Rize’ye gidelim” dedi. Hemen kabul ettim. Bu ilk karayolu seyahatimizde jipi o kullanıyordu. Yanında ben, bir de basın danışmanı vardı. Karadeniz’i köy köy dolaştık. Ta Sırp Sınır Kapısı’na kadar gittik. Çok yol hikâyesi anılarımız oldu. Hiç unutmadığım anı ise Ayder Yaylası’nda söylediği şu sözler oldu: “Bak buralar bakir ve temiz. 10-15 yıl sonra bu güzellikler insanların açgözlülükleri yüzünden betona dönüşür ve isminden başka hiçbir değeri olmaz. Buraları korumak ve yapılaşmaya izin vermemek lazım. Bu güzellikleri korumak için kanun çıkarmamız şart.” Adnan Kahveci’nin bu sözleri söylediği tarihin üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti. Şimdi Ayder ve Uzungöl betona dönüşmüş durumda maalesef…
Adnan Kahveci ile Rize'nin Ayder yaylasında
Kahveci ile Anadolu’nun birçok bölgesini yine birlikte gezdik. Halkla iç içeydi. Köy kahvelerinde içtiği çayın parasını bırakır, öyle giderdi. Asla hediye kabul etmez, rüşvet niteliğinde gelen her türlü teklifi reddettiği gibi, buna meyledenleri sonra affetmezdi. Birkaç defa Kartal’daki evine gittim. 15 yıllık sararmış duvar kâğıtlarına rağmen o evde eski mobilyalarıyla huzurluydu. 5 Şubat 1993 tarihinde Gerede’de bir otoyol suikastine kurban gitti. Allah rahmet eylesin.
Vali Recep Yazıcıoğlu… Türkiye’de iz bırakan üç beş iyi adamdan biri olarak tanıdım kendisini. İlk tanışıklığımız, Tokat Valisi iken olmuştu. Tokat’ta başlattığı bölgesel kalkınma modelini tüm Anadolu illerine yaymak için çaba gösterdi. 2000’li yılların başında bir gün telefondan beni aradı ve “Şeref, ülke için çok güzel işler yapıyorsunuz. Bir çayını içmeye geleceğim“ dedi. Sohbetimizde daha çok ülkenin yeni siyasetçilere ihtiyacı olduğunu, halkın efendisi görünen değil, halka hizmet edecek siyasetçilere, valilere, belediye başkanlarına ihtiyaç olduğunu sık sık vurguladı. Yazıcıoğlu’nu her zaman bize cesaret veren değerli dostlarımdan biri olarak hep rahmetle anarım. Anadolu’da ilklere imza atan ileri görüşlü, dürüst bir vali olarak yaşadı. Ölümü hala şüpheli…
İlim dünyasında Prof. Dr. Sebahattin Zaim ve Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Aydınlar Ocağı’nda milli ve manevi değerlere bağlı, ülkesini milletini seven gençler yetiştirilmesi hususunda çok gayretleri olan hocalarımızdı. Üniversitede benim tez hocalarımdı. Kendilerinden çok şey öğrendim. İkisine de Allah’tan rahmet diliyorum.
İş dünyasında iz bırakan, her zaman insanlara ve çevresine faydalı hizmetleri olan Saffet Ulusoy, paylaşmayı bilen, cömert bir insandı. 1999 yılında İstanbul, Düzce ve Gölcük’te meydana gelen büyük deprem felaketi sırasında gece gündüz depremzedeler için çalışan, ilk taşımalık prefabrik evleri kurarak binlerce insanı açıkta kalmaktan kurtaran Saffet Abim, hiç kimseye kin tutmayan, alçak gönüllü bir büyük Türk işadamı olarak aramızdan ayrıldı. Mekanı cennet olsun Saffet Abi…
Hayrettin Karaca… Türkiye’de herkes onu çevre ile ilgili yaptığı çalışmalarla tanıdı. Başarılı bir işadamıydı. Çevre dostuydu. 1980’li yılların sonlarında erezyonla mücadele için Tema Vakfı’nı kurdu. Kendini tabiata adadı. Türkiye yemyeşil olsun istiyordu. 1990’lı yılların ortalarında TGRT’de “Türkiye çöl olmasın” diye bir çevre programı yapıp yayınlamıştık. O programa TÜSİAD ödül verdi. Hayrettin beyle o tören sırasında karşılaştık. Ömrünü toprağa, tabiata adamış, Türkiye’nin çevre bilincini geliştirmek için servetini harcıyordu. Tema Vakfı güzel projeler yaptı, hepsinin arkasında Hayrettin bey vardı. Yıllarca aynı kazağı, aynı gömleği giyerdi. Cimri değildi. Tutumluydu. İsrafa savaş açmıştı. Geçtiğimiz günlerde maalesef bu doğa adamı, toprak dedemiz Hayrettin Karaca da bu dünyaya veda etti. Nurlar içinde yatsın.
Emin Üstün… 1980’li yıllarda Emin Üstün ile Ümraniye’de yeni kurduğu Emin Oto firmasında ilk defa tanıştığımda etkilenmiştim. Ta o yıllarda, başta ortopedik yatak, akıllı ev, yeşil enerji gibi projelerden bahsediyordu. İnsanların faize bulaşmadan ev ev araba sahibi olabilmesi için “imece usulü”nü örnek göstererek otomobil kampanyalarını başlattığında herkes acaba bu iş olur mu?” diye kuşkuyla bakıyordu. Ama Emin Üstün, bunu bir sistem haline getirdi ve adına “El Birliği” sistemi dedi. Bu sistemle son 30 yılda 150 bin aileyi ev ve otomobil sahibi yapan Emin Üstün, hem insanları faizden korudu hem de mutlu yuvaların oluşmasına büyük katkıları oldu. Türk ekonomisinin kurtuluşunu Anadolu insanının gücünde gören Emin Üstün her işin “el birliği” ile daha da kolaylaşacağını savunuyor, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diyerek daima birlik çağrısı yapıyordu. İnançlı bir insandı. Yardım severdi. Ama bu çalışmalarında insanları tembelliği alıştırmak, bedavadan üretmeden tüketmenin inançlarımıza aykırı olduğunu her ortamda savunurdu. Son zamanlarda, enerji ve tarım sektöründe de “El Birliği” sistemi ile Anadolu’da bir çok bölgede çok ortaklı bir yapı oluşturuyordu. Faizden kurtuluş reçetesi olarak daima “El Birliği” sisteminin önemini vurgulayan Emin Üstün, kurduğu vakıf sayesinde de toplumun gelişmesi, kalkınması, ilim sahibi olması, eğitimli insanlar yetişmesinde büyük emekler harcadı. Hiç yerinde durmayan, daima yeni bir şeyler yapmak için çaba gösteren bu değerli işadamını da bir süre önce maalesef kaybettik. Allah mekânını cennet eylesin.
Milleti millet yapan adalettir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen atalarımız her zaman iyi insanları bağrına basmış, onları yüzyıllardır unutmamış, örnek göstermiştir.
Toplumlar iyi insanların hizmetleriyle gelişir, hak hukuk, adalet iyi insanların çabalarıyla belli bir çizgiye gelir.
Allah bu millet için iyi insanları daima var eylesin. Yaşayan iyi insanlara uzun ömürler, daha çok hizmet etme imkânı göstersin. Öbür dünyaya göçen iyi insanlara da rahmet eylesin.