1985 yılında ABD uydusu ‘USKH22’nin çektiği fotoğraflarda Çin’in Fujian eyaletinin güneybatısında 17-90 metre çap aralığında yuvarlak ve tanımlanamayan bazı yapılar tespit edildi. Ulusal savunma bürosunun dönemin devlet başkanı Ronald Reagan’a sunduğu acil raporda, bu yapıların nükleer füze siloları olma olasılığı gündeme getiriliyor ve ciddi bir alarm durumuna geçilmesine sebep oluyordu. Çünkü tespit edilen yapılar tam Taiwan adasının karşısındaki eyalette idi ve sayıları 1500’e yaklaşıyordu.
Gerçek, yapılan incelemeler sonucunda ortaya çıktı. Bu yapılar Dünya’da benzeri olmayan geleneksel ‘Hakka’ ikametgahları olan ‘Tulou’ diye adlandırılan binalardı.
Yaşanan bu kısa kriz dönemin süper güçlerinin birbirlerine ne kadar şüpheci ve güvensiz yaklaşımları olduğunu hatırlatıyor biz soğuk savaş görmüş nesile. Tabi ki ABD istihbaratının düştüğü ironik durumu da atlamamak lazım.
2008 yılında UNESCO dünya mirası listesinde yerini alan Tulou’ların yapımına başlanan tarih kesin olarak belli değil. Ancak, bugün ziyarete açık olanlar en erken 17.yy.a tarihleniyor. Yani günümüzden yaklaşık 400 yıl öncesine.
Bu devasa yapılar içinde 150-200 aileyi, ya da yaklaşık 800 kişiyi barındıran antik kabile kaleleri. Farklı biçimleri olmakla beraber en ilginç ve populer olanları yuvarlak planlı ‘yuanlou’lar.
Çin tarihçileri, kuzeyden güneye doğru ve farklı dönemlerde tam 5 büyük göç dalgası olduğu konusunda hem fikirler. Bu göçlerin ana nedeni savaş ve kuraklık dönemleri. Bu gibi afetlerden kaçan kuzeyli Çinliler bereketli Yangze (changjiang) nehri havzasına yerleşir ve buradaki yerel insan topluluklarıyla bütünleşirler. Ve bugün Dünya üzerinde yaşadığı tahmin edilen 80 milyon Hakka insanını meydana getirirler. Hakka kelimesi Çindeki 56 etnik gruptan en büyüğü olan (% 92) Han Çinlilerinin bir alt grubu olan Kejia insanlarının Kanton dialektindeki ismi. Kejia kelimesinin tercümesi ‘misafir aileler’ anlamına gelir. Kuzeyden göçen bu ailelere bu ismin verilmesi şaşırtıcı değil. Ancak ne kadar doğru ? Uluslararası Hakka örgütünün resmi sitesinde bunun yanlış bir isimlendirme olduğu savunuluyor.
Yüzyıllar süren mimari bir evrim sürecinin sonunda mükemmelleşen Tulou tam tercüme edildiğinde ‘toprak bina’ anlamına geliyor. Çin kültürüyle ilgili olan herkes Çin’de toprak sıkıştırma yöntemiyle inşaa edilen bazı yapılardan haberdardır. Çin seddinin erken dönemleri ya da PreHan (Han öncesi) dönemlere ait bazı şehir duvarları. Kalıplar arasında katmanlar halinde sıkıştırılan toprak sertleşerek yüzyıllar sürecek bir mukavemet kazanıyor. Hele Tulou’larda olduğu gibi kiramit döşeli çatılarla muhafaza ediliyorsa. Ancak, şunu da belirtmek lazım her Tulou topraktan imal değil. Granit taşlar ya da tuğla örülerek inşaa edilen ve daha sonra dışı kil ile kaplanan Tulou’lar da var. Hatta günümüzde modern dış cephe kaplaması ile korunmaya çalışılanlar dahi var.
17.yy da zirve dönemini yaşıyor Tulou’lar. Gelişen tütün ticareti nedeniyle zenginleşen aileler kendi Tulou’larını inşaa ediyorlar. Bu aileler ya da kabileler feodal bir düzenle yönetiliyor ve her bir Tulou ortaçağ Avrupasının kaleleri benzeri işlev görüyor. Her Tulou’da bir aile büyüğü liderlik yapıyor. Zaten Tulou’nun girişinde bizi kurucu liderin türbesi karşılıyor. Çinlilerin atalara saygı geleneğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan tipik mimari öge.
Bu devasa kalelerin inşaasına gerek duyulmasının ana nedeni ise, Tulou’nun içindeki hazinenin eşkiyalar tarafından yağmalanmasına karşı bir savunma oluşturmak. Savunma ögeleri oldukça tanıdık. Tek bir kapısı var Tulou’nun ve saat 22:00’da kapatılıp kilitlenerek günün ilk ışıklarına kadar kapalı tutuluyor. Saldırılardaki en zayıf nokta olan tahta kapılar saldırgan grup tarafından yakılmasın diye metal zırh ile kaplanıyor. Hatta bazılarının üstünde su kanalları var ve saldırı başladığında kapı bolca sulanıyor, ıslanan kapı alev almıyor. 3-4 katlı olan yapıların ilk 2 katında pencere yok ve böylece saldırganlar merdivenle tırmanamıyor. Üst katlardaki pencereler ise gözlem ve savunma pencereleri. Tabi bu eşkiya tehdidine güçlü Tulou kabilelerinin aralarında çıkan anlaşmazlıklardan dolayı başlayan, ülkemizde de yaşanan bilindik ‘kan davası’ ve benzeri şavaşları da eklemek lazım. Bu savaşların ne kadar ani başlayabileceğini girişte asma bir katta bulundurulan silahlardan anlayabiliyoruz.
Giriş katında hayvanlar barınırken, aileler üst katlardaki yanyana ve dikey bölümlendirilmiş odalarda yaşıyor. Hiyerarşik olarak yüksekte olanlar en iyi odaları alma hakkına sahip. En üst katta ise kabilenin hazinesinin saklandığı odalar var. Burada hazineden kastımız ticaret karşılığında elde ettikleri gümüşlerdir. Avlu civarında su kuyusu, mutfak ve tuvaletler gibi ortak kullanım birimleri yer alıyor. Ayrıca bir nevi sosyal alan. Çocukların güvenle oynadığı, yaşlıların çene çalıp vakit geçirdikleri yer.
Tulou'lar bazıları tarafından ‘’Muhtemelen Dünya üzerinde bulunan en büyük ve savunma açısından en gelişmiş köyler’’ olarak nitelendiriliyor. 1859’da batılı bir misyoner olan R.Krone notlarında bu savaşların uzun sürmediğini ancak, kabileler arası çıkan savaşların çok kanlı geçtiğini ve sonucunda pek çok insanın hayatını kaybettiğini yazmış.
Bugünlerde artık koruma altında olan Tulou’ların sahibi olan aileler, bu yapıları aslına sadık olarak otel ve restoran haline getirmişler. 90’lardan önce tarlalarda çok zor koşullarda çalışan bu insanlar artık turizm sayesinde çok rahat bir hayat sürüyor. İlk başlarda tüm Tulou ikametçisi aileler aralarında anlaşmış ve Tulou’larını temiz tutarak ziyaretçileri kabul etme hizmeti karşılığında, ziyaretçi başına 1 RMB talep etmişler. Şimdi ise Tulou rehberleri batı tarzı takım elbiseleri ile karşılıyor turistleri.
Farklı kaynaklardan yaptığımız araştırmalar sonrasında şunu söyleyebiliriz. Hakka kültürü ve Tulou mimarisi pek çok etnik tartışmaya konu olabilir. Bu nedenle daha derin incelemelerde çok detaylı tarihi farklılıklara rastlayabiliriz. Bu nedenle bu konunun turistik düzey üzerinde inceleme ve yorumlanma işini uzman tarihçilere bırakmak gereklidir.