Peki, 27 Mayıs bize neyi hatırlatıyor? Öncelikle 1950 ile 1960 yılları arasında Türkiye’de başbakanlık yapan değerli devlet adamı Adnan Menderes’in idamına giden yolun başlangıcı…
Tarih özellikle mi seçilmiş? Yoksa bu provokasyonlar İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’nın Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçları sökmek için yaptığı çevre düzenlemesi ve Topçu Kışlası inşaatının başlangıç çalışmasına mı denk geldi?
Ne olursa olsun gerçek şu: “Gezi eylemcileri” ni başta AK Parti olmak üzere tüm siyasi parti ve liderlerinin çok iyi tahlil etmesi gerekiyor. Dünyanın birçok ülkesinde İktidara karşı sokak eylemleri yapan grupların tamamına yakını AÇLIK, SEFİLLİK, EKONOMİK KRİZ, PAHALILIK, DİKTATÖRLÜK UYGULAMALARI ve EŞİTSİZLİK” gibi sebepler yüzünden başkaldırıyor.
Hükümete karşı sokak eylemleri sadece Türkiye’de değil, her ülkede yapılıyor. Ancak zamanlama ve benzerlik açısından dikkat çekici. 10 Haziran’da Brezilya’da halkın sokaklara dökülmesinin sebebi “otobüs biletlerine yapılan zam, hastanelerde uygulanan politikalar, Dünya Kupası için harcanan paralar” gibi ekonomik sebepler ve aşırı zamların protestosu… Peki ya Taksim? Taksim’de ise mesele üç-beş ağaç olarak lanse edildi.
Taksim’de sokağa çıkan gençlerin yaş ortalamasına baktığımız zaman hepsi “ Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık dönemi”nin çocukları… Bu çocuklar başka hükümet, başka başbakan görmemiş, açlık, sefalet, yokluk görmemiş, Çöp yığınlarından sokakların geçilemez olduğu dönemleri, İstanbul’un susuz geçen günlerini bilmiyor. Bunlar 12 Eylül’ü yaşamamış.. İşkence ve zulüm görmemiş... Bunlar 2002 yıllıda evine ekmek götüremeyen esnafın dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e “yazar kasa” atmasının sebeplerini bilmiyor… Çünkü küçüktüler. 2002’den sonra koalisyon hükümetleri döneminin bitip, halkın “Artık tek parti iktidarı istiyoruz” diye milat koyduğu 3 Kasım’dan sonra ülkede yaşanan hızlı kalkınma ile bu çocuklar refah içinde büyüdü. Hiçbir yokluk görmediler... Anneleri babaları zeytinyağı, gaz yağı, petrol, sana yağ, ekmek, maaş kuyruklarında çile doldurdu. Hastanelerde gece yarılarında muayene kuyruklarında bekledikleri günleri görmedi. Çünkü son 11 yıl Türkiye’nin en refah yılları… Zora düşenler bile sosyal kurumların yardımlarıyla ayakta durdu. Açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmadı.
Yunanistan’da aileler ekonomik sıkıntı yüzünden çocuklarını devletin kurumlarının kapısına bırakıldığı bu dönemde, bizim çocuklar dünyanın ekonomik krizle sarsıldığı bir dönemde bile bunu hissetmeden yaşadılar. Dünya ekonomik krizle sarsılırken, Gezi eylemcileri Türkiye’de refahın getirdiği rahatlıkla bilgisayarlarda “sokak savaşı oyunları” oynuyordu ve 27 Mayıs’ta bilgisayar oyunundan canları sıkılan bu çocuklar sokaklarda gerçek hayatla yüzleşmek istediler...
BİLGİSAYARLARDA SANAL “SAVAŞ OYUNU” OYNAYANLAR BU OYUNU SOKAKLARA TAŞIDI
Son 11 yılda Batılı firmaların kurguladıkları tüm savaş oyunları “Gezi Eylemcileri”nin en büyük eğlencesiydi. Her gün yeni bir oyunu satın alan veya internetten indirerek oyuna katılan çocuklar, sokaklarda nasıl savaşacaklarının talimlerini yıllarca bilgisayarlarda denediler. Sonra bir gün Twitter ve Facebook gibi sosyal medyadaki, “Mesele üç beş ağaç değil haydi gel” gibi çağrılara sessiz kalmayarak sokaklara döküldüler... 27 Mayıs’ta zemin hazırlanmıştı. Sadece provokatörüler meydana çıkmamıştı. Sayısı on ikiyi aşan illegal örgütler “Gezi çocukları” nı provoke etmek için sahneye çıktı. Maliye Bakanlığı’nın ve MİT’in tespitlerine göre 31 Mayıs günü yurt dışından Ankara ve İstanbul’daki bazı hesaplara büyük miktarlarda para transferinin gerçekleştirildiği ve bu paraların hesaplardan çekildiği belirlendi. Yani gelen paralar muhtemelen “one munite’nin, Türkiye’nin taraf olduğu NSU’nun yargılandığı Avrupa ülkelerinden gelen ve provokatörlere dağıtılmasıyla birlikte sokakların tansiyonu iyice arttı. “Gezi çocukları, “Ne oluyoruz. Polislere taş atmayalım“ gibi sessiz çığlıklar atsalar da olaylar illegal örgütlerin hakimiyetiyle çığırından çıkmıştı. Bir zamanlar Tuncay Özkan’ın başını çektiği “Cumhuriyet Mitingleri”nin şiddet içeren provası bu kez vahşi eylemlerle sahneye konuldu. Cumhuriyet mitinglerinde sokaklarda konuşmalar yapılıyor. Şiddete yer verilmiyordu. Tıpkı 28 Şubat sürecinde dönemin başbakanı rahmetli Erbakan’ı devirmek için başlatılan “sokaklarda tencere tava çalma eylemi” ve her akşam saat 21.00’da ışıkların yanıp sönme meselesi tekrar başlatılıyordu. Gezi Parkı’nda çevreci direniş diye başlayan olaylar bir anda “sivil darbe yapalım, Erdoğan’ı asalım“ söylemlerine dönüştü. Haziran ayının ilk on günü böyle geçti. Böyle bir geniş kapsamlı eylemle ilk defa karşılaşan AK Parti yönetimi nasıl bir davranış sergilemesi gerektiği konusunda ikilem yaşadı. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun Gezi Çocuklarıyla sabaha kadar yaptığı konuşma, Başbakanın Gezi temsilcileri ve sanatçılarla yaptığı görüşmelerde asıl hedefin “ Sivil darbe girişimi” olduğu kesinlik kazanınca “ Mesele üç beş ağaç değil Hadi gel” mesajlarının hedef kitlesi ortaya çıkınca Türkiye de yeni bir oyun tekrar sahneye konuldu.
BU OYUNUN ADI: “ÖTEKİLEŞTİRİP YOK ETME”
Türkiye’de ilk “ötekileştirme oyunu” Menemen’de 27 Aralık 1930’da sahneye konuldu. Genel Kurmay Başkanlığı kaynaklarında belirtildiği gibi Menemen’de 5 esrarcının başlattığı oyunda Kubilay Teğmen‘in öldürülmesi sonucu olay “irtica hareketi” diye değerlendirildi ve çok sayıda masun insanın asılmasına yol açtı… İkinci ötekileştirme operasyonu Dersim olayları ile başladı. Tarih: 20 Mart 1937 - Kasım 1937 ve ikinci Dersim olayı 2 Ocak 1938 - Aralık 1938 ötekileştirme sonucu Dersim’de 13 bin ila 40 bin kişinin öldüğü, 12 bin kişinin de zorunlu göçe zorlandığı bir dönem yaşandı. Üçüncü oyunun başlangıç tarihi ise 27 Mayıs 1960. Asker-sivil ortak hareketiyle dönemin başbakanı Adnan Menderes iki Demokrat Partili bakanı asılarak idam edildi. Ötekileştirme ve yok etme oyunu bundan sonra her 10 yılda bir tekrarlandı. 1973 muhtırası, sonra 12 Eylül 1980… Askeri darbeyle sonuçlanan bu onun aktörleri yani sokak eylemcileri olan o dönemin gençleri 1980-1990 yılları arasında hapishanelerde çürüdü. Birçoğuna inanılmaz işkenceler yapıldı. Sağcı ya da solcu, ülkücü, akıncı, Büyük Doğucu, TKP’lisi, kim varsa hepsi bundan nasibini aldı. Türkiye’nin Turgut Özal’ın başkanlığına yeniden sivil hayata geçiş dönemi olan 1983 sonrası ise “ötekileştirme hareketleri “bu sefer, sadece dini inanç üzerinden yürütüldü.
VE GEZİ ÇOCUKLARI…
27 Mayıs 2013. Sahnede son 11 yıl içinde evinde bilgisayar başında savaş oyunu oynayan “çocuklar... Bu tarih Türkiye’de tekrar muhafazakarlarla laik-cumhuriyetçi denilen kesimin ötekileştirme oyununun yeniden sahnelenmeye başladığı tarih... 15 günde Türkiye’de sokaklar eylem alanına döndü. Hemen hemen bütün şehirlerde “gezi diren” kod adıyla yapılan eylemlerin provokatörleri yapacaklarını yaptı ve yine gizlendikleri deliklere çekildi. Şimdi bu olayları öncelikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok iyi değerlendirmesi ve ötekileştirme yefırsat vermemesi. Çünkü Temmuz ayında meydanların nabzına baktığımızda üç kesim sahne alıyor. Birinci kesim CHP ve sol partilerin desteklediği “Gezi Direniş“ gurubu. Yeni eylem biçimi yakıp yıkmadan ,zarar vermeden “duran adam” gibi eylemleri sürdürmek...ikinci Grup, Türkiye’nin yüzde 52 desteğini arkasında gören Ak Parti.. “Dünya’ya tek bir Türkiye ve tek bir millet var mesajını vermek için “Milli İradeye Saygı” mitingleriyle Türkiye’nin her şehrinde meydanlarda... Meydanlara çıkan üçüncü grup ise milliyetçiler… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Milli Değerleri Koru ve Yaşat” açık hava toplantılarıyla meydanlarda…
Dileğim; Mart 2014’te yapılacak yerel seçimler ve 2015 yılında yapılacak genel seçimlerde ötekileştirme nin durması, yeniden birlik ve beraberlik içinde “birlikte yaşama, birlikte yaşatma” sevincine dönüşmesi…
Son 11 yılda Batılı firmaların kurguladıkları tüm savaş oyunları “Gezi Eylemcileri”nin en büyük eğlencesiydi. Her gün yeni bir oyunu satın alan veya internetten indirerek oyuna katılan çocuklar, sokaklarda nasıl savaşacaklarının talimlerini yıllarca bilgisayarlarda denediler. Sonra bir gün Twitter ve Facebook gibi sosyal medyadaki, “Mesele üç beş ağaç değil haydi gel” gibi çağrılara sessiz kalmayarak sokaklara döküldüler... 27 Mayıs’ta zemin hazırlanmıştı. Sadece provokatörüler meydana çıkmamıştı. Sayısı on ikiyi aşan illegal örgütler “Gezi çocukları” nı provoke etmek için sahneye çıktı. Maliye Bakanlığı’nın ve MİT’in tespitlerine göre 31 Mayıs günü yurt dışından Ankara ve İstanbul’daki bazı hesaplara büyük miktarlarda para transferinin gerçekleştirildiği ve bu paraların hesaplardan çekildiği belirlendi. Yani gelen paralar muhtemelen “one munite’nin, Türkiye’nin taraf olduğu NSU’nun yargılandığı Avrupa ülkelerinden gelen ve provokatörlere dağıtılmasıyla birlikte sokakların tansiyonu iyice arttı. “Gezi çocukları, “Ne oluyoruz. Polislere taş atmayalım“ gibi sessiz çığlıklar atsalar da olaylar illegal örgütlerin hakimiyetiyle çığırından çıkmıştı. Bir zamanlar Tuncay Özkan’ın başını çektiği “Cumhuriyet Mitingleri”nin şiddet içeren provası bu kez vahşi eylemlerle sahneye konuldu. Cumhuriyet mitinglerinde sokaklarda konuşmalar yapılıyor. Şiddete yer verilmiyordu. Tıpkı 28 Şubat sürecinde dönemin başbakanı rahmetli Erbakan’ı devirmek için başlatılan “sokaklarda tencere tava çalma eylemi” ve her akşam saat 21.00’da ışıkların yanıp sönme meselesi tekrar başlatılıyordu. Gezi Parkı’nda çevreci direniş diye başlayan olaylar bir anda “sivil darbe yapalım, Erdoğan’ı asalım“ söylemlerine dönüştü. Haziran ayının ilk on günü böyle geçti. Böyle bir geniş kapsamlı eylemle ilk defa karşılaşan AK Parti yönetimi nasıl bir davranış sergilemesi gerektiği konusunda ikilem yaşadı. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun Gezi Çocuklarıyla sabaha kadar yaptığı konuşma, Başbakanın Gezi temsilcileri ve sanatçılarla yaptığı görüşmelerde asıl hedefin “ Sivil darbe girişimi” olduğu kesinlik kazanınca “ Mesele üç beş ağaç değil Hadi gel” mesajlarının hedef kitlesi ortaya çıkınca Türkiye de yeni bir oyun tekrar sahneye konuldu.
BU OYUNUN ADI: “ÖTEKİLEŞTİRİP YOK ETME”
Türkiye’de ilk “ötekileştirme oyunu” Menemen’de 27 Aralık 1930’da sahneye konuldu. Genel Kurmay Başkanlığı kaynaklarında belirtildiği gibi Menemen’de 5 esrarcının başlattığı oyunda Kubilay Teğmen‘in öldürülmesi sonucu olay “irtica hareketi” diye değerlendirildi ve çok sayıda masun insanın asılmasına yol açtı… İkinci ötekileştirme operasyonu Dersim olayları ile başladı. Tarih: 20 Mart 1937 - Kasım 1937 ve ikinci Dersim olayı 2 Ocak 1938 - Aralık 1938 ötekileştirme sonucu Dersim’de 13 bin ila 40 bin kişinin öldüğü, 12 bin kişinin de zorunlu göçe zorlandığı bir dönem yaşandı. Üçüncü oyunun başlangıç tarihi ise 27 Mayıs 1960. Asker-sivil ortak hareketiyle dönemin başbakanı Adnan Menderes iki Demokrat Partili bakanı asılarak idam edildi. Ötekileştirme ve yok etme oyunu bundan sonra her 10 yılda bir tekrarlandı. 1973 muhtırası, sonra 12 Eylül 1980… Askeri darbeyle sonuçlanan bu onun aktörleri yani sokak eylemcileri olan o dönemin gençleri 1980-1990 yılları arasında hapishanelerde çürüdü. Birçoğuna inanılmaz işkenceler yapıldı. Sağcı ya da solcu, ülkücü, akıncı, Büyük Doğucu, TKP’lisi, kim varsa hepsi bundan nasibini aldı. Türkiye’nin Turgut Özal’ın başkanlığına yeniden sivil hayata geçiş dönemi olan 1983 sonrası ise “ötekileştirme hareketleri “bu sefer, sadece dini inanç üzerinden yürütüldü.
1997 yılına kadar süren “sessiz sindirme eylemleri”, başörtülü kızlara ikna odalarında zulüm ve üniversitelerin kapılarının kapatılması, İmam Hatip okullarının kapatılması gibi Ergenekon’un devlet eliyle yaptığı yasaklama ve” ötekileştirme ve yok etme hareketiyle devam etti.
28 ŞUBAT, ÖTEKİLEŞTİRME HAREKETİNİN ZİRVE NOKTASI…
Bu ülkede sayıları bir kaç milyonu bulmayan ancak kendilerini çok özel gören ve kendisini Atatürk’ün mirasçısı olarak ilan eden grup, 28 Şubat’ta dönemin başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a karşı başlattıkları “itibarsızlaştırma ve ötekileştirme hareketi’ni başardılar... Baskılara dayanamayan Erbakan istifa ederek Türkiye’yi yeni bir 12 Eylül’den korudu. Yapılan itibarsızlaştırma ve ötekileştirme çabalarına daha sonraki dönemde TBMM’de devam edildi. 550 milletvekili, halkın seçtiği başörtülü bayan milletvekilini Meclis’e almayarak “Ötekileştirerek” yemin ettirmeyerek, Meclis’ten kovarak gösterdi. O dönemde Meclis’te bulunan Bütün milletvekillerini kim olursa olsun. Bu olaya sessiz kaldıkları için bu millet affetmedi ve cezalandırdı. Bu insanlık dışı muameleye sessiz kalan milletvekilleri 2002 seçimlerinde partileri barajın altında kaldı. Hiçbiri Meclis’e giremedi. 28 Şubat’tan sonra ötekileştirme halkı saflara ayırma, ”Laik- Cumhuriyetçi ya da muhafazakar dindarmilliyetçi, ya da ulusalcı” gibi fişleme olayları ile devam etti. Batı Çalışma Grubu, milleti bölmek için öyle tezgahlar düzenledi ki, 3 yıldır Silivri’de devam eden “Ergenekon davası” hala sonuçlanamadı... Ötekileştirme ve itibarsızlaştırma hareketi Batı çalışma Grubu ile, “Yok et- İhanet’e dönüştü. Çünkü o dönemde sermaye grupları, şirketler, “Yeşil Sermaye, laik cumhuriyetçi sermaye“ diye ayrıştırıldı... Devlet ve kumu yöneticilerine gönderilen “ İslami Yeşil Sermaye “ile çalışılmaması, gibi el altı emirlerle Özellikle Anadolu sermayesi yok edilmek istendi. Yüzlerce kurum ve kuruluş damgalandı. Bunlarla ticaretin yasaklanması istendi. Ötekileştirme hareketi” bir daha zirve yaptı... Bu dönem içinde 1999 depremi ve ekonomik kriz halkı büyük bir yıkıma sürükledi. 2002 yılına gelindiğinde Türkiye ekonomisi iflas etmiş, kurumları çalışamaz hale gelmişti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e “Nankör kedi” diyen DSP yönetiminin Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ittifakla yapılan “ötekileştirme” bir an unutuldu. Başbakan’la Cumhurbaşkanı’nın birbirine Anayasa kitabı’nı fırlatmasıyla yeni bir dönem başladı.
Bu sürecin sonucunda 3 Kasım 2002 seçimleri Türkiye’de yeni bir milat oldu. AK Parti iktidara geldi. Herkesi kucaklamak için yola çıkmıştı. Ancak devlet içindeki Ergenekon kanadı boş durmadı 28 Şubat’ın bir benzerini 27 Nisan 2007’de sahneye koydu. Bu sefer dik duran “Biz kefneni giydik” diyen Bir Başbakan’ın direnişi karşısında referanduma gidildi. Çankaya’da Müslüman Cumhurbaşkanı istemeyiz, Çankaya’da başörtülü “first lady” istemeyiz diyen bir grup halkın oyları karşısında sustu.
Bu ülkede sayıları bir kaç milyonu bulmayan ancak kendilerini çok özel gören ve kendisini Atatürk’ün mirasçısı olarak ilan eden grup, 28 Şubat’ta dönemin başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a karşı başlattıkları “itibarsızlaştırma ve ötekileştirme hareketi’ni başardılar... Baskılara dayanamayan Erbakan istifa ederek Türkiye’yi yeni bir 12 Eylül’den korudu. Yapılan itibarsızlaştırma ve ötekileştirme çabalarına daha sonraki dönemde TBMM’de devam edildi. 550 milletvekili, halkın seçtiği başörtülü bayan milletvekilini Meclis’e almayarak “Ötekileştirerek” yemin ettirmeyerek, Meclis’ten kovarak gösterdi. O dönemde Meclis’te bulunan Bütün milletvekillerini kim olursa olsun. Bu olaya sessiz kaldıkları için bu millet affetmedi ve cezalandırdı. Bu insanlık dışı muameleye sessiz kalan milletvekilleri 2002 seçimlerinde partileri barajın altında kaldı. Hiçbiri Meclis’e giremedi. 28 Şubat’tan sonra ötekileştirme halkı saflara ayırma, ”Laik- Cumhuriyetçi ya da muhafazakar dindarmilliyetçi, ya da ulusalcı” gibi fişleme olayları ile devam etti. Batı Çalışma Grubu, milleti bölmek için öyle tezgahlar düzenledi ki, 3 yıldır Silivri’de devam eden “Ergenekon davası” hala sonuçlanamadı... Ötekileştirme ve itibarsızlaştırma hareketi Batı çalışma Grubu ile, “Yok et- İhanet’e dönüştü. Çünkü o dönemde sermaye grupları, şirketler, “Yeşil Sermaye, laik cumhuriyetçi sermaye“ diye ayrıştırıldı... Devlet ve kumu yöneticilerine gönderilen “ İslami Yeşil Sermaye “ile çalışılmaması, gibi el altı emirlerle Özellikle Anadolu sermayesi yok edilmek istendi. Yüzlerce kurum ve kuruluş damgalandı. Bunlarla ticaretin yasaklanması istendi. Ötekileştirme hareketi” bir daha zirve yaptı... Bu dönem içinde 1999 depremi ve ekonomik kriz halkı büyük bir yıkıma sürükledi. 2002 yılına gelindiğinde Türkiye ekonomisi iflas etmiş, kurumları çalışamaz hale gelmişti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e “Nankör kedi” diyen DSP yönetiminin Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ittifakla yapılan “ötekileştirme” bir an unutuldu. Başbakan’la Cumhurbaşkanı’nın birbirine Anayasa kitabı’nı fırlatmasıyla yeni bir dönem başladı.
Bu sürecin sonucunda 3 Kasım 2002 seçimleri Türkiye’de yeni bir milat oldu. AK Parti iktidara geldi. Herkesi kucaklamak için yola çıkmıştı. Ancak devlet içindeki Ergenekon kanadı boş durmadı 28 Şubat’ın bir benzerini 27 Nisan 2007’de sahneye koydu. Bu sefer dik duran “Biz kefneni giydik” diyen Bir Başbakan’ın direnişi karşısında referanduma gidildi. Çankaya’da Müslüman Cumhurbaşkanı istemeyiz, Çankaya’da başörtülü “first lady” istemeyiz diyen bir grup halkın oyları karşısında sustu.
VE GEZİ ÇOCUKLARI…
27 Mayıs 2013. Sahnede son 11 yıl içinde evinde bilgisayar başında savaş oyunu oynayan “çocuklar... Bu tarih Türkiye’de tekrar muhafazakarlarla laik-cumhuriyetçi denilen kesimin ötekileştirme oyununun yeniden sahnelenmeye başladığı tarih... 15 günde Türkiye’de sokaklar eylem alanına döndü. Hemen hemen bütün şehirlerde “gezi diren” kod adıyla yapılan eylemlerin provokatörleri yapacaklarını yaptı ve yine gizlendikleri deliklere çekildi. Şimdi bu olayları öncelikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok iyi değerlendirmesi ve ötekileştirme yefırsat vermemesi. Çünkü Temmuz ayında meydanların nabzına baktığımızda üç kesim sahne alıyor. Birinci kesim CHP ve sol partilerin desteklediği “Gezi Direniş“ gurubu. Yeni eylem biçimi yakıp yıkmadan ,zarar vermeden “duran adam” gibi eylemleri sürdürmek...ikinci Grup, Türkiye’nin yüzde 52 desteğini arkasında gören Ak Parti.. “Dünya’ya tek bir Türkiye ve tek bir millet var mesajını vermek için “Milli İradeye Saygı” mitingleriyle Türkiye’nin her şehrinde meydanlarda... Meydanlara çıkan üçüncü grup ise milliyetçiler… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Milli Değerleri Koru ve Yaşat” açık hava toplantılarıyla meydanlarda…
Dileğim; Mart 2014’te yapılacak yerel seçimler ve 2015 yılında yapılacak genel seçimlerde ötekileştirme nin durması, yeniden birlik ve beraberlik içinde “birlikte yaşama, birlikte yaşatma” sevincine dönüşmesi…