Türkiye’nin Suriye’de bir güvenlik koridoru kurması amacıyla başlattığı Barış Pınarı Harekâtının sonuçları günümüzde hala devam ediyor. Böylece Suriye sorunu ile ilgili devamlı gelişmeler yaşanıyor ve kamuoyu yeni durumlarla karşılaşıyor. Ankara’da ABD heyetiyle yapılan 13 maddelik anlaşma sonrasında Rusya’yla yapılan 10 maddelik anlaşma bu harekât sonuçlarına ait müzakere sürecinin devam ettiğini gösteriyor.
Rusya ile ilgili yapılan Soçi mutabakatı, ABD ile yapılan anlaşma karşılaştırıldığında Suriye’deki sorunların sebepleri ve sonuçları açık bir şekilde ortaya çıkıyor. ABD ile yapılan görüşme konusu olan güvenli bölge konusunda bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmadaki sekizinci maddede Suriye’nin toprak bütünlüğüne işaret edildi. ABD ile varılan mutabakatla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nin 2254 sayılı kararına uygun bir şekilde Suriye ihtilafının sonlandırılacağı belirtildi. Rusya’da bu karara karşı çıkmadı ve olumlu bir gelişme olarak gördü. Fakat bu kararda Esad’ın geleceği belirsiz bırakılmış, hangi grupların terörist olarak görüleceği kesin olarak belirtilmedi. Bu kararda “Rusya, Fransa ve ABD’nin hava operasyonlarına devam edeceği” şekilde bir madde dikkat çekiyor. Rusya ile yapılan mutabakatta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararının yer almadığı ve böylece Fransa ile ABD’nin görmezden gelindiği ve sonuçta dışlandığı görülüyor. Ayrıca BMGK’nin bu kararına uyulmaması ve gelişmelerin bu kararlar doğrultusunda olmaması bu planı etkisiz hale dönüştürdü.
Rusya ile yapılan mutabakatın ikinci maddesinde terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle mücadele etmek üzere YPG’den zımni olarak bahsedildi. YPG’nin silahlarının Münbiç ve Tel Rıfat yerleşim alanlarından çıkartılması ifadesi yer alıyor. ABD ile yapılan anlaşmada DEAŞ, bir terör örgütü olarak vurgulandı ve YPG oluşumundan bir terör örgütü olarak değil, sadece bölgede silahları olan ve çekilmesi gereken bir güç olarak bahsedildi. Özetle YPG, ABD ile yapılan mutabakatta bölgeden “çekilmesi” gereken, Rusya ile yapılan mutabakatta ise “çıkartılması” gereken bir oluşum.
Rusya ile yapılan mutabakatta 1998 tarihli Türkiye ve Suriye arasında yapılan ve bebek katili, eli kanlı terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasını öngören meşhur “Adana Mutabakatı”na ilk kez işaret ediliyor, ABD ile yapılan anlaşmada ise bu konudan beklendiği gibi hiç bahsedilmedi.
Rusya ile yapılan anlaşmada Türkiye sınırında Rus askeri polisi, Suriye sınır muhafızları Barış Pınarı Harekâtı’nın bulunduğu 30 kilometrelik alanın dışında kalan Suriye tarafına YPG unsurlarını ve silahlarını çıkartmak üzere gireceği ve bu işlemin 150 saat içinde tamamlanacağı belirtildi. Ardından Türkiye sınırına çok yakın stratejik konumdaki Suriye’nin Kamışlı beldesi hariç olmak üzere, Türkiye ile Suriye sınırlarının batısı ve doğusunda 10 km derinliğinde, Türk ile Rus ortak devriyesinin göreve başlaması öngörüldü. Oysa ABD ile alınan kararda güvenli bölgenin TSK’nın kontrolünde olması ve bunun uygulanması için ABD ile eşgüdümlü olarak çalışılması öngörüldü.
Türkiye ile Rusya arasında yapılan mutabakatta; Münbiç ve Tel Rıfat alanında YPG unsurlarının silahlarıyla birlikte çıkartılması kararlaştırıldı. Bu hususun ABD ile yapılan mutabakat metninde bulunmadığı görülüyor. Güvenli bölgeye mülteci dönüşleri ile ilgili bir ortak çalışma yapılması hususu Rusya ile yapılan mutabakat metnine girdi.
İki mutabakat metninin de şu anda devrede olması, Türkiye ile ABD ve Rusya arasında aynı anda ve aynı sahada eşgüdümü sağlayacak müşterek bir denetim ve doğrulama mekanizmasının nasıl etkili olarak yapılacağı sorusunu da akla getiriyor. ABD ile Ankara’ da 17 Ekim 2019 tarihinde yapılan mutabakatta; BMGK’nin aldığı 2254 sayılı karara iki defa atıf yapılmış olması, ABD’nin, Beşer Esat’ın liderliğindeki Suriye’nin “Yasal” ama “Meşru Olmayan” siyasal iktidarını tamamen göz ardı ettiğinin en somut kanıtı olduğu değerlendiriliyor. Buna karşılık Rusya ile Soçi’de 22 Ekim 2019 tarihinde yapılan mutabakatta ise Suriye’nin siyasi birliğinden bahsedilmiş olması Beşer Esad’ın iktidarının hem Türkiye hem Rusya tarafından meşru olarak görüldüğünün açık bir kanıtı olduğu değerlendirilebiliyor.
Bu şekilde, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk bakımından birbiriyle birebir uyuşmayan ve temel siyasi kavramlarda kesin ayrılık gösteren iki mutabakat metninin eşzamanlı olarak birlikte uygulanmasının; yakın gelecekte başta yeni Suriye Anayasası hazırlık çalışmaları olmak üzere Suriye’nin yeniden siyasal yapılanmasında büyük problemlere yol açabileceği ve Suriye iç savaşının belki de şiddetinin daha da artarak devam edebileceği şimdiden öngörülebiliyor.