AB’nin Türkiye ve ABD ile karşılıklı güven ve diyalog eksikliği yaşaması, Rusya’ya ambargo uygulaması, Türkiye’nin AB’siz yola devam etme arzusu hatta Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olma isteği, AB’nin küresel oyuncu olmaktan çok uzak olduğunun baremidir.  

Uzun süredir içine kapanık, uluslararası sorunlara çözüm üretmekte yetersiz AB, bir yandan kendi iç sorunlarıyla uğraşırken, diğer yandan da değişim sürecinin yansımalarını hissetmektedir. Merkel’in siyaseti bırakacağını açıklaması, Macron’un bağımsız bir Avrupa Ordusu kurulması gerektiğini söylemesi, İtalya’nın 2019 bütçesini AB’nin reddetmesi, artan milliyetçilik, Brexit sancısı, mülteciler sorunu ve daralan AB ekonomisinin nasıl şekilleneceği ve tabi ABD’nin AB üzerindeki baskısı ile Rusya ve Çin faktörü, AB’yi yeni bir sürece doğru şekillendirmektedir.

YENİDEN YAPILANMA SANCISI MI, KRİZİ Mİ?

AB’nin soğuk savaş sonrası en büyük yanılgısı, derinleşmek yerine genişlemeyi tercih etmesiydi. Genişleme süreci AB’de ekonomik, siyasi ve sosyal kırılmalara neden oldu. ABD’nin Ortadoğu’da başlattığı ve AB’nin de desteklediği sözde demokrasi hareketinin, Arap Baharı’nı tetiklemesiyle başlayan mülteci akını, AB’de milliyetçiliğin artmasına ve Avrupa siyasetçilerinin bu kavramı kullanarak, içe kapanık popülist retorik söylemlerine neden olmuştur.

Oysa AB, bir barış projesi olarak ortaya çıkmış, Avrupa’daki İngiltere, Fransa ve Almanya arasında güçler dengesinin, bir daha savaşmayacak şekilde, “denge” üzerine kurgulanmıştı. Gerek kurucu antlaşma olan Roma ve ardından siyasi bütünleşme antlaşması mahiyetindeki Maastrich Antlaşması, Avrupa’da yaşayan etnik yapılara, sosyal dokulara, kültürlere, inançlara, dinlere ve dillere eşit saygıda davranmayı esas almıştı. AB kuruluş sürecinde, hiçbir zaman bir Hıristiyan Kulübü olarak anılmadı. Özellikle Türkiye’nin 1963’de imzaladığı Ankara Anlaşması, AB’nin (o zamanki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu AET) siyasi ve ekonomik açıdan, kendine güvenen güçlü bir yapı olduğunun en önemli işaretiydi.

Dünyanın kodlarının değişmesi, globalizm ve enerji odaklı yeni dünya siyaseti, AB’nin içine kapanmasına ve genişlemenin yarattığı ağır travmayla AB’de refah seviyesinin düşmesine, medeniyetler çatışmasının paradigmasının yaşanmasına sebep olmuştur.

AB küresel rol model olmak yerine, ikinci kez hata yapmakta ve sağ siyasetin, ırkçılığa doğru, sol partilerin ise sağa doğru popülist söylemlere doğru evrildiğini göstermektedir. Göç, İslamofobi, Müslüman karşıtlığı başta Almanya olmak üzere, Avrupa’nın pek çok ülkesinde temel politika haline gelmiştir. Avrupa’da gelir eşitsizliği bunun en temel parametresidir.

Merkel’in siyasetten çekileceğini açıklaması, Merkel sonrası Almanya’nın ne olacağını bilmek aslında hiç de zor değil. Her ne kadar politik belirsizlik var gibi görünse de Alman siyasetindeki sağ söylemlerin değişmeyeceği aşikardır.

Macron’lu Fransa’nın ABD’siz Avrupa Ordusu kurma hayali bir hayli tartışma konusudur. Macron; “Gerçek bir Avrupa ordusuna sahip olmadıkça, Avrupalıları koruyamayacağız. Tehditkar olabileceğini gösteren ve sınırlarımıza dayanmış bir Rusya'ya karşı, daha egemen, ABD'ye bağımlı olmayan ve tek başına kendini savunan bir Avrupa'ya ihtiyacımız var" dedi ve tartışmanın fitilini ateşledi. Trump’un “Avrupa’nın güvenliği, bizim sayemizde gerçekleşti. Önce Avrupa bize olan borcunu ödemelidir” demesi, AB’nin siyasi ve askeri bakımdan nasıl bir yol ayrımında olduğunun paradoksu olacaktır.  

KÜRESEL ROL KİMLERİN OLACAK?

AB’nin Türkiye ve ABD ile karşılıklı güven ve diyalog eksikliği yaşaması, Rusya’ya ambargo uygulaması, Türkiye’nin AB’siz yola devam etme arzusu hatta Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olma isteği, AB’nin küresel oyuncu olmaktan çok uzak olduğunun baremidir.   

ABD-Çin arasında yaşanan ticaret savaşları, Rusya-Türkiye-İran’ın oluşturduğu Suriye’de çözüm ve diyalog süreci, İngiltere’nin Brexit sonrası, AB’den bağımsız bir o kadar da ABD yanlısı tutumu, Çin’in ekonomik ve askeri alandaki gücü, AB’nin yeni dünyada kendini nasıl konumlandıracağını bilememesine neden olmaktadır. Zaten Avrupa’da uzun zamandır güçlü bir lider eksikliği yaşanmaktadır. Buna bir de AB’nin hata üstüne hata yapması eklendiğinde, küresel gücün dışına itilmesi olasıdır. AB, yeni dünya düzeninin gerçeklerini görmekten çok uzaktır. Unutmamak gerekir ki “Gemi batarken, çığlık atan çok olur.”