Dün 24 Temmuz Basın Bayramı emekçi gazeteciler tarafından kutlandı. Aslında 24 Temmuz'u anlamlı kalan "basında sansürün kaldırılışı..." Bu yıl 111. defa kutlamış olduk. Sansür basında özgürlüğün ve kalemin kısıtlanmasıydı. Dün de kutladık. Lakin düşündürücü... 111 yıl sonra basına acaba hukuki kontrol değil de ekonomik olarak mı sansür uygulanmaya başlandı. Zira siyaset kendi mecralarını kurdu. Her açıdan. Gazete, TV, sosyal medya... Ardında her türlü destek var. Binlerce kişiden oluşan maaşlı, at gözlüklü trolller ordusu... Ama tuhaf... İstenilen netice alınamıyor...
Neden mi? Çünkü vicdanlar yara alıyor.
O yüzden 82 milyon nüfusuyla övündüğümüz Türkiye'de en büyük gazetelerin satışı her geçen hafta geri gidiyor. Bazı gazeteler kapandı. Habertürk, Vatan gibi... Basılı yayın yerine internet sitelerinden yayına devam ediyorlar.
Bazı büyük gazetelerin tirajı 50 binlere gerilemis. İnternet siteleri trafik satın almaya başlamış. Yine de dönüş ortada... Buna karşılık kişisel bilgilerimizi çaldığı bilinen sosyal medya uygulamalarında yükseliş trendi hakim. Facebook, twitter, tango, oki, vs. bunların kontrolü ise Amerika'da. Parayı da reklamı da bunlar alıyor. Sonra kuruş kuruş dağıtıyor. Google ve Yandex en büyük reklam pastasını alan kurumlar oldu. Hem de bir çok ülkede vergisiz kazanç elde ederek... Sosyal medyanın maaşlı trollerinin sayısı gazeteci sayısını geçmiş. Ama her insan sağcısı solcusu kapitalisti, dincisi hepsi bir vicdan muhasebesinde... Vicdanlar ise yaralı.
Çünkü ortalık iftira ve kumpas kokuyor...Sosyal medyada "çamur at izi kalsın" felsefesi hakim. Ancak yazılan yazılardan dolayı hukukla yüzleşenlerin sayısı da giderek artıyor. Sosyal medya bağımlılığı ile de mücadele merkezleri kurmak zorunda kalacağımız kesin.
Böyle bir ortamda biz basında sansürün kaldırılmasının 111. yılını kutladık.1980 öncesi gazeteciliğe başlayan biri olarak çok şeye şahit oldum. Ama bu dönemki kadar gazetecilik mesleğinin ekonomik gerekçelerle zorlandığını görmemiştik. Ülkemizde tekelleşme tarımdan turizme, her sektörün en büyük tehdidi... Umarım uygun yasalarla önüne geçilir.
Benim yaş grubumda bulunan birçok gazeteci arkadaşım 1980 darbesinin yaşadı. 28 Şubat'ı yaşadı. En son da 15 Temmuz darbe girişimini yaşadı. Ben gazeteciliğe 1979 yılının ortalarında başlamıştım. 1980 yılında Türkiye için büyük yıkım olan 12 Eylül darbesi işe önce basına sansür ile başladı. Darbeci generaller öncelikle muhalif gazeteleri susturma yoluna gitti. Aylarca kapatma cezası verilen gazeteler ve dergiler oldu. Bu kapatmalardan dolayı ekonomik olarak zora giren birçok gazete kapanırken gazeteciler de işsiz kaldı. Çok zor yıllardı. Ama biz yine de mesleğimizi büyük bir aşkla yapmaya devam ettik.
O dönemde Cumhuriyet, Milli Gazete ve Tercüman daha çok darbe karşıtı haberler yapardı. Hürriyet ve Milliyet ise duruma ve rüzgara göre hareket ederdi. Daha çok darbecilerin istedikleri başlıklar atılırdı. Milli Gazete'nin tirajı 50- 60 bin civarında olmasına rağmen arkasında Erbakan'ın olmasından dolayı çok etkiliydi.
Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve Alpaslan Türkeş siyasi yasaklıydı. Gazete yönetimi arada bir yasaklı siyasi liderlerle röportajlar yayınlardı. Tabii izin faslı uzun sürerdi. Dediğim gibi darbeyi en çok eleştiren Cumhuriyet, Milli Gazete ve Tercüman'dı. Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak, Süleyman Demirel taraftarıydı. Etkili gazetelerin mutlaka bir siyasi parti ile güçlü bir bağı olurdu.
1980'de 12 Eylül darbesinden bir kaç ay sonra darbenin komutanı Kenan Evren, gazetelerin temsilcilerini tanışmak için Florya Köşkü'ne davet etti. Ben o yıllarda genç bir gazeteci idim. Mesleğe başlayalı bir yıl olmuştu. Gazeteciliğin esaslarını tecrübeli ağabeylerden öğrenme dönemiydi. Milli Gazete, Kenan Evren'in düzenlediği basın tanışma toplantısına gitmek üzere beni görevlendirdi.
Florya köşkü'nde Kenan Evren her gazetenin temsilcisi ile el sıkıştı. Protokole katılan basın mensuplarını askerler ip gibi sıraya dizmiş, tek tek isimler okunduktan sonra yine askeri disiplin içinde Kenan Evren'in karşısına getiriyordu. Selamlaşma faslından sonra küçük bir konuşma ve salona geçiliyordu. Kemal Evren, kendini beğenmiş bir tavırla herkesin hal-hatırını soruyordu. Sıra bana gelmişti. Tabii ben o sıralarda çok gençtim. Evren dedi ki: "Her gün benim aleyhime yazılar yazan o muhteşem gazete senin gibi bir çocuğu mu gönderdi? Nerede o hakkımda atıp tutan yazarlar, çizerler?" Ben kısa bir tereddüt geçirdim ama tabii lafın altında kalmadım. Kenan Evren'e gereken cevabı verdim. Çok iyi hatırlıyorum o yıllarda bir kelime hatası yüzünden rahmetli Hasan Karakaya ile bertaber defalarca sıkıyönetim komutanlığına çağrılmıştım. "Bu başlığı niye attınız" diye saatlerce sorgulanmıştık. Defalarca bunun bir tashih hatası olduğunu söylememize rağmen yine de karşı taraf ikna olmamış, tabiri caizse öküzün altında buzağı aramıştı. O yıllar basına büyük sansür uygulanıyordu. Her yazdığınız yazı akabinde "Acaba yine sıkıyönetime çağırılacak mıyız, ifade verecek miyiz?" diye bir korku içinde haberlerimizi yazar, gazetede yayınlardık. Bazı gazetelerin genel yayın müdürleri gazetelerine basmadan önce darbe komutanlığına gazetenin baskı öncesi son halini gönderir onay aldıktan sonra baskıya geçerdi. Türk basını işte böyle günlerden geçmişti bu ülkede.
Asıl konumuza dönersek; Basın Bayramı dolayısıyla İstanbul'da 39 ilçe belediyesinden sadece Beylikdüzü Belediyesi yerel ve ulusal gazetecileri hatırladı. "Basın bayramını birlikte kutlayalım sorunlarınızı konuşalım" dedi. Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık'ı tebrik ediyorum.
İstanbul'daki diğer 38 Belediye başkanına tavsiyem; eğer amacınız vatandaşa hizmet etmek ve uzun süre başkanlık görevinde kalmayı hedefliyorsanız BASIN büronuzdaki kadrolarınızı hemen yenileyin. Kadronuza torpilli elemanlar yerine basınla diyalog kuracak kişileri alın... Basın mensuplarını her zaman demokrasinin savunucuları olarak hatırlayın ve basın büronuzda çalışan elemanlarınıza da hatırlatın. İstanbul'da basın bürosu iyi çalışmayan en az 3 Belediye Başkanı 31 Mart'ta gözleri yaşlı koltuğu rakibine bıraktı... Bunun nedenini merak eden eski belediye başkanları beni ararlarsa nerede yanlış yaptıklarını izah ederim. Belki bir gün başınız sıkışır dert ortağı ararsanız... Gazeteciler halden anlar. :)