Hepimizin çok yakından aşina olduğu bir kavram olmasına rağmen sorumluluk, herkes tarafından gerektiği kadar bilinmemekte, bilinse bile algılanmamaktadır. Çünkü bir şeyi bilmek demek onu anlamak, yapmak demek değildir. Bilmek, sadece onu tanımak demektir ve uygulamanın ilk ama önemli aşamalarından biridir. Peki sorumluluk nedir, ne olmalıdır? Günümüze yansımaları nelerdir?
Sorumluluk, sorgusuzca doğru bildiğin vazifeleri ifa etmek veya ettirmek demektir. Sadece bilmek yeterli değildir, aynı zamanda bilfiil uygulanması ve hayata geçirilmesi gerekir. Eyleme dönüşmeyen bilgi, bilgi olarak bile görevini yerine getirmemiş olur. Eskiden bilgiye ulaşma konusunda çok ciddi sıkıntılar vardı. Ancak günümüzde son yıllarda yaygınlaşan teknoloji ve iletişim araçlarından dolayı bilgiye ulaşmak çok kolay hale gelmiştir. Fakat göz ardı edilen bir husus ise, kolay olan hiçbir şey kıymetli olmaz ilkesidir. Bilgiye de kolay ulaşılmasından dolayı günümüzde bilginin geçmişte olduğu gibi çok fazla bir ehemmiyeti kalmamıştır. Teknolojik gelişmelerden daha fazla yararlanmanın yolu, geçmişe göre daha fazla ve daha hızlı ulaşılabilen bilgilerin özellikle de genç dimağlarda gerektiği kadar yoğrularak, yeni oluşumlara ışık olması gerekir. Aksi takdirde yeterince yoğrulmayan bilgiler,  her daim ham kalacak ve kişide hazımsızlık hissi oluşturacaktır. Zamanla kullanılmayan ama taşınması gereken bir yük haline gelen bilgiler, sahibi açısından gereksiz görülerek hafızalardan sessiz sedasız silinip gidecektir.

UYGULANMAYAN BİLGİLER UNUTULMAYA MAHKUMDUR 
Günümüzün en büyük çözülmeyi bekleyen sorunu bilgi üretmektir, bilgiye ulaşmak değildir. İyi bir eğitim sistemi ile bireyin hücrelerine kadar işleyen bilgilerin tatbik edilmesidir. Sahada uygulanmayan bilgiler zamanla unutulmaya mahkumdur. Ayrıca bu konuda en büyük görev ise ailelere ve öğretmenlere düşmektedir. “Armut dibine düşer” diye bize mahsus bir söz vardır. Aslında anlayana bu söz her şeyi açıklamaktadır. Evinde akşam otururken çalan telefona cevap veren bir çocuk, annesi-babası evde iken bile onlar tarafından “evde yok” diye karşıya cevap vermesi gerektiği söylenilen çocuk en güzel şekilde yalan söylemeyi öğrenir. Düşünsenize siz evdesiniz ve çocuğunuza evde yok diye söylemesini istiyorsunuz. Bu durumda saf, pak temiz bir kalbe ebeveyn olarak ilk çürük tohumları atmış oluyorsunuz. Çünkü anne-baba çocuklar için hayattaki en değerli varlıklardır ve onların yaptığı her şey doğru, olması gereken veya yapılabilir gibi algılanır çocuk tarafından. Ve ilerde çocuk büyüdüğü zaman aynen anne-babası gibi hatta ne gördüyse daha ileri düzeyde yapmaya devam edecektir. 

ÇOCUĞUN GELİŞİMİNDE ANNE-BABANIN ROLÜ
Bir çocuk ailede nasıl bir ortamda yetişiyor ise ilerleyen yaşlarda çok büyük ihtimalle aynı davranışları sergileyecektir. Eğer güzel sözler içinde büyümüş ise iltifat eden, anne-baba kavgaları içinde büyümüş ise aşırı geçimsiz, huysuz, kavgacı bir kişiliğe sahip olacaktır. Çok sık rastlanan bir durum olarak ebeveynler okul çağındaki çocuklarının ders çalışmadığı, kitap okumadığından yakınırlar. Evde anne-babanın kitap okumadığı bir yerde, çocuklarında kitap okumasını beklemek en büyük yanlışlardan biridir. Çünkü siz ebeveyn olarak ona sürekli “oku, adam ol” dediniz yani bilgi verdiniz, ancak o bilginin uygulamasını göstermediniz. Önce kendiniz onu yaşamanız, yaşayarak örnek olmanız gerekir. Hayatta hiçbir şeyi “yaşamadan yaşatamazsınız”. 
Tıpkı hekimlerin sigara sağlığa zararlıdır, bırakmalısınız deyip; arkasından kendisinin sigara yakması gibi. Böyle bir hekim bana göre hiçbir hastasına sigara bıraktıramaz. Herkes kendi mesleğini icra ederken mesleğini de 7/24, her an, her daim icra edebilmenin peşinde olmalı, önce onu kendisi yaşamalı, sonra hitap ettiği kesime de yaşatmalıdır. Düşünebiliyor musunuz kitap okumayan bir öğretmenin okumanın faydalarını anlattığını, rüşvet alan bir kişinin adalet dağıtmak amacıyla hakim, savcılık yaptığını, görev haricinde hız sınırına uymayarak, emniyet kemeri takmayarak vatandaşa ceza kesen polisi… Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmamız mümkün olmakla birlikte temelde yatan sıkıntı, problem aynı kalmaktadır. 
Peki bu sorunların temel kaynağı ise yine aynı şekilde eğitimden geçmektedir. Eğitim sadece okul binalarında değil her yerde olmalıdır. Yetişkin vatandaşlar olarak geleceğimiz dediğimiz gençliğimizi hep birlikte eğitmek, onlara her zaman her yerde olması gereken doğruları hepimizin vermesi gerekmektedir. Bir esnaf toz şeker almaya gelen bir çocuğa teraziyi doğru tartmayı öğretmekle, bir çiftçi süte su koymamayı, elmaların küçüklerini kasanın altına dizmemeyi öğretmekle, bir arkadaş diğerine sigara için teşvikte bulunmamakla, bir berber magazin muhabbetleri yerine günlük gazete, dergi, kitap vb. okuyarak elde ettiği bilgileri akşama kadar tıraşını yaptığı farklı onlarca kişiye anlatarak toplumun her kesimde bir eğitim seferberliğinin yapılması, etrafı dört duvarla çevrili sekiz sıradan oluşan bir sınıfa hapsedilmiş eğitimin her yere yayılmasını sağlayacaktır. Böylece yetişen yeni nesli sadece okul ve öğretmenler değil tüm toplum inşa etmiş olacaktır. Okulda öğrendiği bilgilerin sokakta karşılığını göremeyen bir çocuk, her zaman için uygulamada yapılan ne ise onu alacaktır. Okulda öğretmeninin vermiş olduğu değerler eğitiminde doğru olmayı, yalan söylememeyi, izinsiz başkasına ait bir şeyi almamayı öğrenen bir çocuk, gerçek hayatta (ailede, çarşıda, sokakta..) babası evde iken yok demeyi, yanında çalıştığı esnaf ustası şekeri eksik tartmayı öğretiyorsa; uygulamada yapılanlar bireyde daha etkili olmasından dolayı anne-baba yalan söylemeyi, esnaf çalıp çırpmayı, yolsuzluk yapmayı öğretmiş olacaktır.

TOPLUM NEREYE GİDİYOR?
Geleceğimiz olan gençlerimizin vatanına sahip çıkıp, O’ nu muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmasını istiyorsak, bugünden atacak olduğumuz her tohum gelecekte yeşerecektir. Mevlana’nın dediği gibi şunu da unutmamak gerekir “gül düşünürsen gülistan, diken düşünürsen dikenlik olursun”. Attığımız her tohum tıpkı bumerang gibi ilerde dönüp dolaşıp bize gelecektir. Yani bugün etrafına gül tohumları atarsanız gelecekte her yer gül bahçesi, diken tohumları atarsanız dikenlik olur...
Şu anki toplumun sorumsuz, başı boş yaşamayı gaye edinen bir nesil olma yolunda ilerlemesi gelecekte karşı karşıya kalabileceğimiz belki de telafisi çok zor olabilecek bir hal alması kaçınılmazdır. Sorumluluk duygusu gelişmemiş bireyler, hem kendi hayatlarında ve hem de toplumu ilgilendiren durumlarda yeterince almadıkları sorumluluklardan dolayı sürekli yapabilecekleri görevlerden kaçmaktadırlar. Aslında onlara sorumsuzluğu da öğreten yine toplumun aktörleridir. Yine bir sözde ifade edildiği gibi "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibi düşünceyle yanı başında olup biten haksızlığa ses çıkarmayan, kavgaya dur demeyen bir kişi bilin ki gelecekte ya kendisinin ya da kendinden sonrakinin benzer bir durumla karşılaşmasına zemin hazırlamaktadır. Bir vatandaş olarak sadece kendimizin gül bahçesinde yaşaması gayemiz olmamalı, eğer yaşadığımız ortam gül bahçesi ise onu yarınlara da bırakmak, eğer yaşadığımız ortam dikenlik ise onu bertaraf edip yarınlara gülistan olarak bırakmak en büyük yaşam emelimiz olmalıdır. Bu durumda her daim bireyin ve toplumun altına dinamit koyan edaları ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. 

HER BİREY GÖREVİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPMALI
Peki bütün bunlar nasıl gerçekleştirilecek? Aslında çok kolay bir şey bunu gerçekleştirmek. Çünkü bunun tek bir sırrı var, o sır da şu: Her bireyin görevini en iyi şekilde yapması. Yani toplumun bütün fertlerin tek bir şeyi, görevini en iyi şekilde yapmayı öğretmek bu işi çözmekte yeterli olacaktır. Ancak uygulamaya baktığımızda daha ilkokul sıralarında iken bir çocuklarımızın ödevlerini kendimiz yaparak, öğretmenlerden yıldızlı beş alıyoruz onlar adına. Çocuklarımıza hata yapmayı bile bir fırsat olarak sunmaktan öte "benim çocuğum sınıfta iyi olsun yeter" mantığıyla onun geleceğine bir balta da biz vuruyoruz. Çocuk hata yaparak doğruyu kalıcı olarak öğrenmesi gerekir. Belki sınıfında anne babanın yaptığı ödevlerle iyi olabiliyor ama gerçek hayatta başarısız, sorumsuz bir kişi ortaya çıkabiliyor, ne zaman 15-20 yıl sonra. Bir bakıyorsunuz üniversiteye gelmiş, ödevini yapmayan (çünkü anne baba yok), derste müzik dinlemeyi tercih eden (çünkü derse ne kadar ihtiyacı var farkında değil), yarınlarını düşünmeyen (çünkü o zamana kadar ebeveynleri düşünerek ona düşünmeyi öğretmedi) bir nesil ortaya çıkıyor. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise bahsettiğimiz bireylerin 3-5 sene ebeveyn olma yolunda olduklarıdır. Gençlerimize sahip çıkmaz isek bilin ki geleceğimiz dediğimiz gençlerimiz belki de artık olmayacak.

Bu konuda toplumun bütün fertlerini toplumsal sorumluluk kapsamında göreve davet ederken, özellikle eğitim-öğretim konusunda yetkililerin bu konularda kalıcı reformlara hız vermelerini bekliyoruz. Anne baba okulları, esnaf okulları artık her yere açılmalı ki 60 yaşındaki bakkal amca geometride açı hesaplamasını öğrenmesin ama kitap okumayı çocuklarına, torunlarına öğretebilsin. Okullarımız sadece çocuklar için değil herkes için olmalı. Sokağa çöp atan bir kişi bunun en büyük toplumsal kabahatlerden biri olduğunu öğrenmeli. Bu tarzda örnekleri elbette çoğaltabiliriz fakat bunların çözümü konusunda topluma zarar verenler cezalandırılır iken bence daha da önemlisi topluma pozitif katkı sağlayanların ödüllendirilmesi gerekir. Yere çöp atmamak adına elinde çöpünü dakikalarca taşıyan kişiye, trafik kurallarına her zaman uyanlara ödül verilmeli. Ödül ve ceza eğitimin temelidir. 
Unutmamak gerekir ki sorumsuzca tüketilen her nefes yaşamanın gereğini yerine getirmemek demektir. Aldığımız her nefesin kıymetini bilerek, onu yarınlara taşımalı hatta iyi bir nesil yetiştirerek bıraktığımız miraslarla hiç bitmeyen nefes haline getirmeliyiz. Fani alemden ebedi aleme göç edince bile hala miras olarak bıraktığımız bireylerde nefesimiz devam etmelidir. 
Sorunsuz geleceğin temeli olan sorumlu gençlik sayesinde en güzel yarınlara...