Son günlerde rant vergisi tartışmalarının alev almasıyla birlikte gayrimenkulden elde edilen gelirler kamuoyunda tartışma konusu haline geldi. Gayrimenkul sektöründe bazı kişiler bunun gayrimenkul talebini kısacağını ve yabancı alımlarını caydıracağını söylüyor. Peki ama gayrimenkul sektörü gerçekten ekonomimiz için bu kadar önemli mi? Bu soruya verilen evet yanıtının dayanağı, bu sektörün kendisi ile bağlantılı alt sektörlerin gelişiminde önemli rol oynuyor olması. Örneğin çimento, boya, cam, doğrama vb. sektörler doğal olarak inşaat sektöründen etkileniyor. Bir hesaba göre 40′ın üzerinde sektör inşaattan yüksek oranda etkileniyor. İkinci bir faktör de istihdam boyutu. İnşaat sektörü niteliksiz ve yarı nitelikli iş gücünün en çok istihdam edildiği sektör, iyi zamanlarında 2 milyon civarı insanı istihdam ediyor. Tabi etkilenen sektörlerde çalışan insanlar da eklendiğinde işgücü açısından Türkiye’de önemli bir etkiye sahip. Hükümet, sektörün ekonomideki bu hızlandırıcı rolü, istihdam piyasasındaki önemi ve sosyal kaygılar nedeniyle bu sektöre hep özel bir önem atfetti ve büyümenin motoru olarak gördü.
Ancak bir de ekonominin uzun dönemli faydaları açısından durumu incelememiz gerekiyor. Yıllardır ekonomide yaratılan gayrimenkul rantı sanayi kesiminden gayrimenkule doğru yoğun bir parasal kayma yarattı. Yıllık %8-10 kar marjlarını bile bulamayan her türden sanayici kiraya vermese bile yılda %15 durduğu yerde değeri artan gayrimenkul sektörüne akın etti. Evet, bu akın gayrimenkul piyasasını ateşledi ancak aynı zamanda sanayiden bir sermaye kaçışına yol açtı. Aynı şekilde faiz yerine gayrimenkule akan para, bankacılık sisteminde kredi olacak ve yeni iş alanları için kullanılabilecekken gayrimenkule yöneldi. Akademisyenler bunu “Crowding out” etkisi olarak adlandırıyor. Yani, gayrimenkule kayan para kredi piyasası ve sanayiyi dışlıyor. Halbuki bir ülkenin uzun dönemde ekonomisinin sağlıklı büyüyebilmesi, katma değer sağlayan sanayi kollarındaki rekabetçi gücünün artmasına bağlı. İnşaat çok düşük katma değerli bir sektör, oysa bu para yüksek teknoloji içeren yatırımlara kaymış olsaydı yüksek kar marjlı yatırımlara dönüşebilecekti. Şöyle örnek vereyim İstanbul’da 500 konutluk bir sitenin değeri ile bir tane yolcu uçağı ancak alabilirsiniz. İnşaat, iç talebe dayalı, ihracat imkanı kısıtlı (Türkiye’deki gayrimenkul alımlarının yalnızca %1′i yabancı alımlarıdır), yüksek teknoloji gerektirmeyen düşük katma değerli bir üretim kalemidir.
Burada önemli nokta, inşaat sektörünün sağladığı kısa dönemli ekonomik canlanmaya karşılık uzun dönemde ekonomiye verdiği zararın daha fazla olmasıdır, zira sanayiden ve teknolojiden çekilen sermaye ülkenin rekabet gücüne zarar vermekte, katma değer marjımızı düşürmekte ve sağlıklı rekabet gücü oluşmasına engel olmaktadır. Nitekim İspanya ve Yunanistan gibi ülkelere olan gayrimenkul yatırımı talebi sonucunda ülkeye giren kaynak, katma değerli sanayi yatırımına dönüşemediği için bu ülkeler bugün ekonomik krizin pençesindedir. Gelişmiş ülkeler yüksek teknoloji yatırımı yaparken konut ve ofis üreterek onlarla rekabet edemeyiz. Yalnızca ranta dayalı bir büyüme ekonomisi sağlamak mümkün değildir. İşte bu nedenle gayrimenkul sektörünün aşırı hızlı büyümesinin frenlenmesi, sanayiye dayalı bir büyüme modeline geçilmesi ve yaratılan vahşi rantın vergiler yoluyla kontrol altına alınması gerekiyor ki sermaye daha yüksek marjlı sanayi üretimine kayabilsin, niteliksiz işgücü daha nitelikli işlerde kullanılabilecek şekilde dönüşebilsin ve ülkenin hem parasal hem de insan sermayesi gücü artırılabilsin. Maalesef inşaat sektörü ekonomiyi sırtlıyor söylemi çok kısır bir söylemdir ve sermaye, akıllı sanayi yatırımlarına dönüşemezse bir zaman sonra bu saadet zincirinin sonuna gelinecektir. Bir ülke hiç bir sanayi üretimi olmadan, tüm ihtiyaçlarını ithal ederek ve yalnızca inşaat üreterek ayakta kalamaz.