Kamuoyuna sorduğunuzda Türkiye’nin en büyük sorunu enflasyon… Kanaatimce sorun sadece enflasyon değil. Bir ülkede 70 küsur yıldır fiyat artışı beklentisi ortadan kalkmamışsa bu işin altında başka bir bit yeniği var demektir.

Ekonomi yöneticileri yıllarca fiyat istikrarı adına kur, faiz, vergi, para basma ve teşvik gibi piyasalara müdahale etmekten geri durmamışsa ve piyasalarda fiyat istikrarından eser kalmamışsa, toplum da bu düzene ayak uydurup ‘Saldım çayıra Mevlam kayıra’ demişse geçmiş olsun! Neticede uzun yılların enflasyon izleriyle bugün fiyat artışlarını öyle veya böyle sineye çekiyoruz ve herkesin kafasına göre göreceli yaptığı fiyat artışlarına da bakıp şaşırmıyoruz.

KANAATSİZLİK VE AÇ GÖZLÜLÜK

Paranın işlevi mal ve hizmetin değerini ölçmek için vardır. Ancak bugün paranın değer ölçme özelliği var mı diye sorduğunuzda düşünüyorsunuz! Hatırlayınız, 2001 öncesinde paranın ölçme vasfı da havada kalmıştı. Çünkü fiyatlar içinde gelecekteki beklentiler sebebiyle israf, çok kazanma hırsı ve kanaatsizlik ayyuka çıkmış, hatta insanlar çeşitli yollarla kendi firmalarını ve bankalarını bile soyacak duruma gelmişti! Sosyal psikoloji profesörü rahmetli Erol Güngör’ün ifadesiyle; ulema bozulunca din, ümera bozulunca devlet, fukara bozulunca ahlâk elden gider... Ulemayı bozan hırs, ümerayı bozan adaletsizlik, fukarayı bozan riyakârlıktır. Şu halde; umera ulemaya sırt çevirince bozuluyor, ulema ümeranın emrine girince bozuluyor ve fukara gösteriş yapınca bozuluyor.

EKONOMİ OKURYAZARLIĞIMIZ ZAYIF

Şayet millet olarak altın biriktirme, döviz alıp satma ve borsa işlerine zihin yorduğumuz kadar sosyal psikoloji ve ekonomiyle ilgili birazcık bilgimiz ve gayretimiz olsaydı, zannediyorum bugünkü hâlimiz böyle olmazdı. Finansal okuryazarlığı geçiyorum, maalesef ülkede ekonomi okuryazarlığı fevkalâde zayıf ve yetersiz. Azıcık borçlanınca veya işletme büyütmede hemen krediye sarılıyoruz. Gelen teşvikleri dahi borçları kapatmak için kullanıyoruz. Yani kolaycılığı seçiyoruz ama bindiğimiz dalı da bilmeyerek kesiyoruz. Velhâsıl ekonomiye dair gerçek eğitim almamış nesil kendine, milletine, devletine nasıl faydalı olacak? Kişi; kendi ekonomisini bilmez, ev ekonomisini bilmez, pazar ekonomisini bilmez, almayı satmayı bilmezse iktisadi gelişmeler karşısında karar veremez, olayları çözemez… Böyle bir toplumda müsaade edin; enflasyon, işsizlik, bütçe ve cari açık, fiyat istikrarsızlığı, kur dengesizliği ve sanal büyüme olsun!

BOLLUKTA FİYATLAR DÜŞER, AMA…

Ekonominin temeli arz ve talep. Kesinlikle fırıldak ve piyasa oyunları değil. Bir mal ve hizmetin arzı yani piyasadaki bolluğu artarsa fiyatlar düşer. Tam tersi mal ve hizmetin arzı azalırsa fiyatlar yükselir. Bizde her şey bol ancak fiyatlar bir türlü düşmüyor. Sebebi yapısal bozukluk, ekonomi bilgisindeki zafiyet, israf, ar’dan önce kârı düşünme, art niyet, tarla – tezgâh oyunları, bilinmedik hileler… Diğer taraftan gelir ve gider konusundaki davranış hallerimizden bahsedeyim. 1000 TL gelirimiz olduğunda 100 TL’ye gözümüz gibi bakarken 10.000 TL kazandığımızda 100 TL’yi adeta savuruyoruz. Yani 100 TL’yi gözümüz görmüyor. Tasarrufta da yayayız… GSYH’yi oluşturanlar tüketim, yatırım, devlet harcamaları ve net ihracat… Yıllardır ithalatın gazladığı tüketim, GSYH içinde en büyük kalem. Ardından devlet harcamaları geliyor. İthalat olmadan ihracat yapamadığımızdan sürekli dış ticaret açığı veriyoruz. Devlet de harcamalarını karşılamak için hane halkının yüksek harcamalarına göz yumuyor. Böyle bir kısır döngüde GSYH’yi yüksekte tutmaya çabalıyoruz. Bir ülkede büyüme, enflasyonla ölçülüyorsa vay halimize!

BEKLENTİLER İLE GERÇEKLERİN ANALİZİ

Gelelim bam teline… Ticaret öyle bir hâl almış ki, sanki ‘Faiz olmadan ekonomi olmaz’ anlayışı zihinlere kazınmış. Bizim gibi ülkelerde enflasyona yön veren etkenin beklentiler olduğu kabul edilir. Beklentiler içinde faizler de vardır. Beklentileri merkez bankaları değil piyasalar belirler. Peki birinci görevi fiyat istikrarı olan merkez bankaları ne iş yapar? Anlatalım… Bu bankaların görevi kısa vadeli para politikası oluşturmaktır. O zaman hayırlı işler… Enflasyonu ve faizleri tut, tutabilirsen! Beklentiler ile gerçekler bir potada analiz edilmeli ki enflasyon ve faiz dışındaki reel değerler ortaya çıkabilsin! Malumunuz, faiz oranları ile GSYH arasında ters bir ilişki söz konusu. Faiz paranın maliyeti olduğundan faiz oranları yükseldikçe maliyetler artacağından yatırım yapmak zorlaşıyor. Ekonomik büyüme düşüyor, işsizlik artıyor, üretim azalıyor, enflasyon azıyor. Sizce piyasadaki faizden nemalananlar faizin düşmesini ister mi? Tabii ki istemez… Hatta faizin sürekli dalgalanmasını arzu ederler. Çünkü piyasa kurallarına göre bir değer ve fiyat ne sürekli sonsuza kadar artar, ne de sürekli sonsuza kadar düşer…

EKONOMİYİ NASIL BİLİRSİNİZ?

Evet, hayatın hakikatlerinden, hatta en önde gelenlerinden biri, ekonomi. Madem insan için bu kadar mühim bir konu, o halde ekonomiyi ne kadar biliyoruz ve ne kadar anlıyoruz? Daha doğrusu bildiğimiz ekonomi, gerçek ekonomi mi? Ekonomi diye ortaya koyduğumuz algı ve uygulamalarımız ekonomiye ne kadar uygun, ne kadar doğru? Bazı kesimlere bakarsak ekonomi; faiz, döviz, borsa ve kıymetli madenlerden ibaret! Aslında bu fotoğraf olaya dar çerçeveden eğri bakış! Bu düşünce insanların zihinlerini baskı altında tutup kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmeyi tercih eden mezkûr anlayış. Ekonomi niye kâğıdı ve sıfırı bol enstrümanlarla sınırlı tutulur, burasını çok iyi analiz etmek gerekir! Anlatmak istediğim şu: Nedense illüzyonlarla ekonominin üretim ve tüketim gerçeği sürekli göz ardı ediliyor. İnsanlar gayrete, alın teri dökmeye, yeni bir ürün ortaya koymaya değil, kâğıt oyunlarıyla boş beleş hayata itiliyor. Ekonomi sözcüğünün etimolojisine iyice bakılsa hadise anlaşılacak! Eskiler, ekonomiye “iktisat” derdi. İktisat; mal ve hizmet üretimi, dağıtımı, bölüşümü... İktisat aynı zamanda kamu – özel ekonomik işleyiş ve piyasa süreçleri.

EĞRİDE TOK DOĞRUDA AÇ OLMAZ

İktisatla ilgili çokça atasözümüz var: Buldum bilemedim, bildim bulamadım… Önce kâr değil, ar gelir… Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz… Zahirenin ambarı sabanın ucundadır… Kendi muhtacı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede… Eğride tok, doğruda aç olmaz… Ata sözlerimiz bitmez, tükenmez… Rezaletle olan kârdan güzellikle olan zarar yeğdir… Arı gibi eri olanın dağ gibi yeri olur… Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz… Bahtına güvenme, cehdine güven… Paranın gittiğine değil, işinin bittiğine bak… Nereye gitsen okka dört yüz dirhem… Zulümle abad olan, adaletle berbat olur… Gündüz mum yakan gece ışığı bulamaz… Dükkân açmak kolay, açık tutmak zordur… Yanlış taş, duvar olmaz… Ucuz alan aslında pahalı alır… Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz… Mamafih atalarımız iktisatta hem sözde hem özde kılı kırk yarmış… Ne de olsa Ahi torunlarıyız. Anadolu irfanı bugün ekonomi denilen iktisadı genelde böyle yorumluyor…

EKONOMİ Mİ, İKTİSAT MI?

Bugün iktisada ekonomi deniyor. İyi de “ekonomi” Türkçe bir kelime değil… “Ekonomi” ne ola ki? Evet, ekonomi sözcüğü Yunanca “oikia” kelimesiyle “nomos” kelimelerinden türemiş… Oikia “ev”, nomos “kural” demek… Ekonomi de “ev yönetimi” anlamına geliyor. Evinin geçimini sağlayan, yuvasını çekip çeviren bir bakıma ekonominin özünü ifa ediyor. İktisadın kapsama alanı ise ekonomiye göre çok daha geniş. İktisat büyük bir topluluğu içine alırken, ekonomi ise buna karşılık çekirdek aile seviyesinde kalıyor. Ekonominin yerine kullandığımız iktisat; hakikatte talep ve arzdan veya arz ve talepten doğan bir süreç. Zaten literatürde de saydığım alanlar için “reel ekonomi” tâbiri kullanılıyor. Üretim, tüketim, tedarik, tasarruf, yatırım ve tanıtım; iktisadın çekirdek öğelerinden. Neticede söz konusu bu altı öğe iktisadın temellerini oluşturuyor. Ekonomi, hayatın merkezinde insanların vazgeçemeyeceği bir ihtiyaç ama keşke ekonomiyi ecdadımız gibi “iktisat” şeklinde anlayabilsek!