Devlet sisteminin sağlıklı işlemesi üretim, tüketim ve kalkınmada güçlü para politikaları ile sağlam finansman kaynaklarına bağlı. Günümüz neo liberalizm ve kapitalist ekonomi sisteminin temelinde faiz kavramı belirgin şekilde yer aldığından hükümetler devlet çarkının işletilmesinde faiz hadlerini göz önünde bulundurarak büyüme ve kalkınma planlarını hayata geçirirler.

Kapitalist ekonomiler borçlanma mantığı üzerinde yürür. Bu tür modellerde borçlanma, devletin temel amacıdır. Özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkelerde üretim ve yatırım finansmanı açısından borçlanma faiz temelli bir finansman aracı olarak kullanılır.

HAKKA DAYANAN FİNANSMAN KAYNAKLARI OLUŞTURULMALI

Hükümetler, borç yükümlülükleri sebebiyle mevcut faizlerin merkezi bütçeyi boğmaması diğer yandan ülke borçları ve faizlerin halka yansıtılmaması ve özellikle borç stokunun Maastrich Kriterleri’ni geçmemesi için yeni politikalar üretir. Zira olayın bütçeye yansıtılması durumunda yükselen vergi hadleri ve çeşitliliğiyle enfl asyon kontrol altına alınamaz hâle gelebilir. Bütçedeki bu olumsuzluk bütün ekonomiyi sarıp fiyat istikrarını bozabilir. Dolayısıyla halkın refahını artırmak için ülkede güçlü ve hakka dayanan finansman kaynakları oluşturmak gerekir. Maalesef gelişen ülkelerde bugünkü ekonomik sistemler kaynak oluşturmayı tasarruf değil borçlanma olarak algıladığından makro ekonomik sorunlardan bir türlü kurtulamazlar. Bu işleyişten en kârlı çıkanlar ise gelişmiş yani dolar, euro ve yuan gibi rezerv parayı elinde tutan ülkeler olur. Gelişmiş ülkeler; borçlandırma sistemiyle gelişen ülkelerin kaynaklarını sömürürken bu sistemin devamı için sıcak çatışmalara kadar varan mücadelelerini de hiç göz ardı etmezler. Ekonomilerini borç içinde yürütmeye çalışan gelişen ülkelerin çoğunluğu siyasi, ekonomik ve sosyal krizlerin merkezi olarak hayatlarını idame ettirme çabasında olur. Zira, kapitalist sistemin temelinde borçlanmanın maliyeti olan faiz harcamalarını, bütçe ve vergiler üzerinden halkın sırtına bindirme mantığı yatar. Yani halk bir taraftan normal vergilerini öderken diğer taraftan devletin faiz ve harcama yükümlülüklerini sırtlanmak zorunda kalır.

KAMU-ÖZEL İŞBİRLİĞİ (KÖİ) BÜTÇELERE YÜK GETİRİYOR MU?

Borçlanmaya karşı ve bütçe gelirlerini koruma adına son yıllarda yatırım finansman modeli Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) geliştirildi ve halen uygulanıyor. Bu model kısmen veya tamamen kamusal yükümlülük altındaki bazı yatırım ve hizmetlerin, projeye yönelik maliyet, risk ve getirilerinin, uzun vadeli bir sözleşmeyle, kamu ve özel sektör arasında paylaşılması yoluyla gerçekleştirilmesine dayanan bir, finansman şekli. Devlet bütçesine yük getirmeden yatırım yapma imkânı tanıyan KÖİ son yıllarda tüm dünyada da rağbet görüyor. Son 30 yılda tüm dünyada onaylanmış KÖİ projelerinin toplam tutarı 2 trilyon doları geçti. KÖİ, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özellikle altyapı yatırımları finansmanında sıklıkla kullanılıyor. Türkiye, KÖİ ile yatırım yapan en önde gelen ülkelerden olarak son 30 yılda 270 projeyi uygulama alanına aldı. Yatırım maliyeti yaklaşık 100 milyar doları bulan projeleri de hayata geçirdi.

TASARRUFLAR GAYRİMENKUL, ARAÇ, ALTIN VE DÖVİZE

Türkiye gibi ülkelerde faiz hassasiyeti olan halk kitlelerini ekonomiye katmak için KÖİ özel modeller de uygulanıyor. Dünyada 3 trilyon dolara ulaşan bankacılık, finans ve sigorta faaliyetlerini içine alan İslâmi finans modeli Türkiye’de de Türk finans sisteminin yüzde 8,5’unu kapsayan bir ilerleme kaydediyor. Fakat bugün Türkiye’de İslâmi finansman modelinin yatırımlar içindeki büyüklüğü yüzde 5’i geçemiyor. Mamafih bu yolda daha gidilecek oldukça fazla yolun olduğu gözleniyor. Modelin ilk kez Konya Şehir Hastanesi projesinde sukuk sözleşmesi olarak uygulandığını söylemek gerekir. Dolayısıyla KÖİ’ler de faiz mantığı çerçevesinde gerçekleştiriliyor.

FİYAT İSTİKRARINI YILLARDIR BOZAN ETKENLER

Bugün Türkiye’de ekonomideki sürdürülebilirlik zafiyeti ve enfl asyon sebebiyle tasarruf tercih edilmiyor. Genel tasarruf oranımız henüz yüzde 20’lerde. Bu oran AB ülkelerinde yüzde 50’lere yakın. Diğer taraftan faizli finansal araçlardan uzak duran kesimler de tasarrufl arını gayrimenkul, araç, altın ve dövizde tutmaya çalışıyor. Bu iki kesimin altın, döviz ve gayrimenkule yönelmeleri, ister istemez enfl asyonu ve fiyat istikrarını bozucu bir rol oynuyor. Bankalar mevcut faizli sistemden yüksek kârlar elde ederken katılım bankaları ise üretime katkı verme adına alternatif finansman modeli ve ürünleri üretme konusunda pasif kalıyor. Bankalarda tüketici kredilerinin, daha doğrusu kredi kartından nakit çekimlerde faizin aylık yüzde 5’i geçtiği günümüzde devlet ile birlikte halkın da borcu artıyor. Böyle ortamlarda reel sektör ihtiyaç duyduğu krediye ulaşamazken, bankalar uygulanan ekonomik sistemin tüketimi körüklemesiyle enfl asyon ateşine daha fazla odun atıyor. Enfl asyon da devletin ve halkın elindeki gayrimenkul ve menkulleri eritiyor. Açıkçası yüksek enfl asyon ve faiz ortamında ülke finansman darlığı ile boğuşuyor.

PARA VE MALİYE POLİTİKALARINDA YENİ BİR ANLAYIŞ GEREK

Türkiye’de söz konusu ekonomik kısır döngüden çıkılması için sanki para ve maliye politikalarında yeni bir anlayışa ihtiyaç duyuluyor. Makro ekonominin ithalatın boyunduruğundan çıkarılması, ihracatın yerli kaynaklarla katma değeri yüksek ürünlerle gerçekleştirilmesi, iş sahalarının artırılması, iş ve çalışan güvenliğinin tabana yayılması, hukukta, gelir dağılımında, sosyal yapıda adaletin ön plana alınarak yüksek kalkınmanın bu şekilde hayata geçirilmesi ise ancak borçluluktan ve faiz baskısından kurtulmakla sağlanabileceği apaçık görülüyor. İcraatlardan da anlaşılacağı üzere KÖİ sistemi, Türkiye’de kalkınmanın yolunu açtığı, ancak bu tür borca dayalı kalkınmanın giderek bir kambur olarak halkın sırtına yüklenildiğine dair izlenimlerin enfl asyon ile finansman darlığı arasında sıkışan halk üzerinde giderek arttığı gözleniyor. Birçok iltimas, servet aktarma ve bunun gibi iddialara kapı açan Kamu – Özel Sektör İşbirliği’nin (KÖİ) halkın yararına olacak şekilde yeniden düzenlenmesi, yerine bundan sonraki yatırımların finansmanı olarak TCMB’nin de kabul ettiği Kamu-Halk İşbirliği (KHİ) modelinin ikame edilmesinin devletin ve milletin selameti açısından daha uygun ve sağlıklı olacağı görüşü ağırlık kazanıyor.

EKONOMİ TÜKETEREK DEĞİL ÜRETEREK BÜYÜMELİ

Böylece küçük yatırımcının da dahil olacağı Kamu-Halk İşbirliği (KHİ) modelinde; devlet kurduğu şirketlerle halkın tasarrufl arını faiz ve tahvile yatırmadan üretim olarak değerlendirecek. Türkiye’de hâlâ yıllardır yapılamayan yapısal reformlar hayata geçerken köklü ve yaygın bir enfl asyon çıktısına sahip ekonomi yüksek faiz ve dış ticaret açığından kendini sıyıracak. Üretim ve kalkınmadan sağlanacak gelir, en küçük yatırımcıdan en büyüğüne kadar nispi şekilde dağıtılacak. Dolayısıyla vatandaş tasarrufl arını kripto para ve diğer finansman araçlarına kaptırmamış olacak. Döviz ve altındaki fiyat artışları gerilerken diğer taraftan Türkiye’nin öncelikle ihtiyacı olan başta tarım sektöründe olmak üzere temel ürünlerde istihsalin artmasıyla enfl asyonun dizginlenmesi mümkün olacak. Her geçen yıl tüketime değil üretime dayanan gerçek GSYH büyümeleriyle halkın refahı artarken işsizlik de düşecek.

ÖNCE ALIŞKANLIKLARIMIZDAN KURTULMAK GEREKİYOR

‘İnsanların akıllarını ön plana alan, rekabeti ve üretici-tüketici dengesini savunduğunu’ ileri süren kapitalizm bugün bu kuralların tamamını rafa kaldırmış durumda. Bir dahaki yüzyılda olmayacağını tahmin ettiğimiz bu ekonomik ve siyasi anlayış şimdi ülke ve coğrafya tanımadan kabuk değiştirerek ‘Güçlü zayıfı yutar’ mantığı ve ‘ahbap-çavuş işbirliği’ ile varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bu insanlık dışı anlayışı ortadan kaldırmanın yolu; milli ve maneviyatın hâkim kılındığı, halkın refahını destekleyen, faizden kesinlikle uzak modeller... John Maynard Keynes’in dediği gibi aslında bir bakıma ‘yeni düşünceler ortaya koymaktan çok, eskilerden kurtulmak’ yeniliğe açılan kapılar olacak. Bugün yürütülen mezkur ekonomik sistemin halk kitlelerine faydası olduğunu düşünmüyorum. Çünkü sistemde ahlâki zafiyet almış başını gidiyor. Dinimiz İslâm’da ticaretin ahlâkı ile ilgili birçok uyarıcı tavsiyeler vardır. Diğer yandan birçok filozof öğretilerinde ahlâkı en öne koymuştur. Bunlardan biri de ahlâk öğretisiyle meşhur Immanuel Kant’tır. Ziya Paşa da bir beytinde; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” diyor.

ÇIKAR EKONOMİSİ VE AHLÂKSIZ BÜYÜMENİN ÖNÜ ALINMALI

Mamafih Türkiye artık savunma, imalat sanayi, tarım, hayvancılık, teknoloji, enerji, turizm, finansman ve üretim sorunlarını en kısa sürede çözmek zorunda. Bunun için öncelikle paradan para kazanma yolunun önü kapatılmalı. Özellikle etiket değiştirme ekonomisi (label switching economics), çıkar ekonomisi (economy of interest) ve ahlâksız büyümenin (shameless growth) terk edilmesi, hukukta ve siyasette de bireysel ve toplumsal ahlâkın genele hâkim olması gerekiyor. Devamında ülkemiz katma değerli üretimin yanında “veri ekonomisi”ni (data economy) oluşturacak sistemi geliştirmeli. Ahlâkı önceleyen üretim ve veri ekonomisi anlayışıyla hareket edilmediği sürece bu ülkeden sağlıklı büyümeler beklenemez, dış ticaret dengesi kurulamaz, fiyat istikrarı sağlanamaz ve yeni unicorn’lar da doğmadan fevtolur